11 Ağustos 2022 Perşembe

İyi Olmanın Sırrı

 

Şimdiye dek pek çok kişiye birebir yada online olarak dertlerine, hastalıklarına yönelik danışmanlıklar yaptım. Özellikle kanser hastalarıyla yaptığımız çalışmalardan ücret dahi almadım. Ücretini aldığım tek alan verdiğim eğitimler oldu.

Lakin pek çok hastalığını iyileştirdiğimiz danışanım hastalığı iyileşir iyileşmez arazi oldu. Bir kısmı hayatına kaldığı yerden devam etti, bir kısmı onu iyileştiren öğretinin değil de başka öğretilerin peşinden gitti, bir kısmı iyileştikten sonra arayıp sormadı bile, bir kısmının iyileştiğinden bile haberim olmadı... Buna ilk başlarda çok içerlemiştim. Hatta her ne kadar, “sen şifanı ver, ne yaptıkları onlara kalmış” desem de acaba boşa mı kürek çekiyorum diye düşünmeden edemedim. 

Yıllar önce Reiki ile Qigong’u karşılaştıran bir yazıda Reiki’nin mucidi Usui’nin hikayesini anlatmıştım. Bir dilenci kasabasına yerleşip yıllarını onları iyileştirmek için harcayan, felçlileri ayağa kaldıran, kanseri iyileştiren, sakatları yürüten Usui’nin gördüğü tek şey “insanların iyileşir iyileşmez çalma çırpma işlerine geri dönmeleri” olmuştu. 

“Demek ki qigong ustalarımın dediği doğruymuş, olay sadece bedende bitmiyor, beden-zihin-ruh bütünlüğü gerekiyor” deyip Reikiyi bırakmıştı. 

Yıllar sonra tüm eğitimlerimde ruh-zihin-beden bütünlüğünü bastıra bastıra anlatsam da; nefes, meditasyon ve egzersizlerin ayrılmaz bir bütün olduğunu savunsam da, iyileşen her öğrencim ve danışanım koşa koşa onları hasta eden hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler, yada benimle iletişim kurmaktan uzak durdular.  Usui ile aynı şey başıma gelmişti. Ve ben de bir süre Qigong eğitimlerini ve şifa vermeyi bırakmaya karar vermiştim. Sıradan bir insan olarak sanatımla, kendi kendine yeten inziva bir hayat sürdüm. 

Ama sonra iyileşenlerin psikolojisini irdeleğimde şunu öğrendim:

Kurtarıcı rolünü oynadığınız (iyileştirdiğiniz/destek verdiğiniz) kişi iyileşip gücüne kavuştuğu zaman uzaklaşacağı ilk kişi siz oluyorsunuz. Yoksa ona sürekli zayıf ve hasta olduğu zamanları hatırlatacaksınız.

Eskiler buna “körün gözü açıldığında kırdığı ilk şey bastonudur” derlermiş.  

Kimseyi kendinize borçlu bırakmamanız gerekiyormuş. Çünkü kimse alacaklısıyla birlkte takılmaktan hoşlanmaz.

Bu psikolojiye vakıf olduğumda onlara hak vermeye başladım. Nankörlük, öğretiye ihanet, gücenmişlik hissi yerini sevgiye ve hoşgörüye bıraktı. Yani bizler de yaşadıkça öğretiden geçmeye devam ediyoruz. 

Peki uzun lafın kısası.

Uyguladığımız özel şifa seansları dışında (ki bunları da öğretiyoruz), sizlere kansere ve hatta kovide yakalanmanızı önleyecek ve hatta yakalandığınızda kurtulacağınız tüm sırları paylaşıyorum.  (aslında hiçbir zaman sır olmadı, defalarca paylaştım, sadece derleyip toplu halde sunuyorum)

Kanser kesinlikle bir hastalık değildir. Kanser bir uyarı sistemidir. Şimdiye kadarki yaşantımızı gözden geçirmemiz gereken bir uyarı sistemi... Beslenmemizi, iş hayatımızı, aile yaşantımızı, kendimize ve insanlara karşı davranışlarımızı, stresimizi, ve pek çok faktörü düzeltip yoluna koymamız için önümüze konulmuş bir fırsattır kendisi. Kanserin nedenlerinden %85ini stres oluşturur, beslenme vs sadece %14 içindedir.

  

1) Alkali Yaşamak

Kanserli hücrelerin en sevdiği ve var olabildiği tek ortam asidik ortamdır. Eğer bedeninizi ve zihninizi alkali yaparsanız kanser manser kalmaz. Evet bunu bu kadar basite indirgiyorum. Zira iyileşen öğrencilerin tamamı bu yolla iyileşti.

Bu metod 1900’lü yılların başında biliminsanı Otto Warburg tarafından bulundu ve bu buluşuyla Nobel ödülü aldı. Yaklaşık 100 yıl insanlardan saklandı. Şansımız varmış ki deccal güçlerin tüm çabasına rağmen bu kadim bilgi yok edilememiş.

Nasıl alkali olacağız?
Asidik tüm gıdalardan, fast-food'dan, hazır paketlenmiş, işlenmiş, pastörize, fermente her türlü şeyden, bağırsakta mayalanmaya neden olan tüm yiyecek ve içeceklerden uzak durarak.

Peki bunlar ne?
Süt ve süt ürünleri, özellikle de işlenmiş ve pastörize olanları bağırsaklarınızda mayalanmaya yol açar. Bağırsakta mayalanma mantar, fungus, candida dediğimiz şeyleri doğurur.
Bağırsağı adam etmek tüm hastalıklarla baş etmenin ilk yoludur.

https://blog.citonk.com/2013/02/karnimizdaki-ikinci-beyin.html

Bu konuda Türk’ün bir numaralı düşmanı ekmektir. Un ve unlu mamüllerin alayı bağırsağınızı ele geçirir. Sadece asidasyona değil şeker hastası olmaya kadar götürür sizi. Şunu da söyleyim, ekmeğin masumu yok! Yok kepekli, yok tam buğday, yok siyez hepsi hikaye.
Makarna da bir unlu mamüldür, hatta şifa kaynağı tarhana bile.
Aşırı siyah çay, kahve, kola vb asidik içecekler, maden suyu,  alkol, sigara da asidasyona maruz bırakır. Bunların pek çoğu vücuttan su çeker. Hele de su içmeyen bir insansanız yandınız. Artirit, kemik erimesi, böbrek problemleri, şeker, ödem vb pek çok hastalığa davetiye...

Kanser asidik sıvı'dır (mantar). Hücrelerin içerisine yerleşip belirli bir bölgede toplandığında kendisini mantar hastalığı şeklinde gösterir. Kanser, Diabet, MS, Artirit, Akne, Egzama ve diğer bütün hastalıklar ASİDOZ'DAN KAYNAKLANIR. ALKALİ HALE GELDİĞİNİZDE HASTALIKLARINIZIN HEPSİNDEN ( %99 ) KURTULURSUNUZ

 

Yiyip içtiğiniz şeyler sonucu asidasyona maruz  kalan bedeniniz bunları atmanın yollarını arar ve “atık” üretir. Belli bir bölgede bunları toplamaya başlar. Tüm bu atıklar asidiktir. Vücudun tamamı zarar görmesin diye belli bölgelerde toplanan bu atıklar alın size tümör, kist, ödem, kolesterol, yağ, safra ve böbrek taşı vb olarak geri döner.

Daha önceki yazılarımda 'gönüllü cehalet'ten bahsetmiştim. Eğer alışveriş yaptığınız şeyleri araştırmaya kalkarsanız, girdiğiniz her marketten eli boş çıkarsınız. Bütçenize acayip katkısı olur.

Tüm korku ve korkunun türevleri olan duygu ve düşünceler, bedende o duygu ve düşünceye tekamül eden organlarda asidasyona yol açar.

Asidasyon arttıkça daha hızlı kilo alırız, kolesterol artar, kalp ve damarlar tıkanmaya başlar, serbest radikaller çoğalır, daha hızlı yaşlanırız, vücuda dağılan oksijen miktarı azalır, kanser vb hastalıklara davetiye çıkarırız.

Nasıl alkali besleneceğiz?
Öncelikle kan grubunuza göre besleneceksiniz. Bunu detaylı kan grubu makalemde inceleyebilirsiniz.

Organik, yada iyi tarım, yani ilaçsız, hibrit tohum olmadan ata tohumu ve yerli tohum ile yetiştirilmiş, civardan da ilaç yememiş, zamanında, mevsiminde yetişmiş sebze ve meyveleri tüketin.

Bol su için! Zira hasta değil, susussunuz. Tercihen klorsuz, florsuz, arıtılmış, iyonize edilmiş, kaynağından taze su için. Damacanaları eve sokmayın. 

https://blog.citonk.com/2012/01/su-ic-cok-yasa.html
https://blog.ersin.net/2014/05/su-mucizesi-ne-kadar-sulusunuz.html

Zeytinyağını eksik etmeyin, diğer tüm yağlardan olabildiğince uzak durun. Kızartma türü şeylerden uzak durun. Daha çok fırında, buharda yapılmış yemekleri tercih edin.

Stresi atmanın en mucizevi yolu düzenli yürüyüşler yapmaktır. Sizi mutlu edecek şeyleri yapın, sakin bir hayat sürün, adrenalinden uzak durun. Adrenalin böbrek üstü hormonları tetikler, geçici zevk ve haz verir ama stres düzeyini artırır. Sizi betaya taşır.

Beta frekansı sizi asidik yapar, alfaya geçin.
https://blog.ersin.net/2016/01/titresimlerin-mucizevi-gucu.html

Gelelim en can alıcı silahımıza:

Karbonat
Karbonatın mucizeleri saymakla bitmez. Bizim alkali olmak için kullanacağımız metod ise şimdiye dek hiçbir fire vermemiş şekilde başarılarla dolu.

Eğer sağlığınız yerinde ise ve bedeninizi alkali tutmak istiyorsanız:
Her sabah kalkar kalkmaz 1 kocaman bardak suya 1 çay kaşığı ingiliz karbonatı karıştırıp için ve güne alkali başlayın. Sabah kalkar kalkmaz içilen suyun faydaları saymakla bitmez. Japonların ciltlerinin pürüzsüz olmasının tek sırrı bu mesela. Eskiden kahvehanelerde çaya karbonat katmanın hileli bir yol olduğuna inanılırdı ama tam tersi. Çay demlerken atılan karbonat çayın alkali oranını yükseltir. Çayın hem rengi daha güzel olur hem de içtiğinizde gırtlağınızı ve midenizi yakmaz. Tabi bu sayede daha çok çay içersiniz. Tek hile burda olsa gerek.

Eğer kanser, tümör vb hastalığınız varsa:
Yine ingiliz karbonatı alıyorsunuz.
İlk birinci hafta bir büyük bardak suya 1 silme tatlı kaşığı karbonat ve 1 çay kaşığı bal yada pekmez koyuyorsunuz. Bal koymanın amacı: Kanserli hücreler şekeri çok sevdiği için bala hamle yaptıklarında karbonat onları haklayacak. Yani tuzak kurmuş oluyoruz. Bunu günde 3 kez öğünlerden yarım saat kadar önce yapıyorsunuz. Dikkat etmeniz gereken konu, ilk bir hafta bunu öğün kaçırmadan yapıyor olmanız. Yoksa meydanı boş bulan kanserli hücreler daha çok azıtabilir.

İlk bir haftayı bu şekilde tamamladıktan sonra, sonraki haftalar aynı şekilde günde 3 kez 1 bardak suya 1 silme tatlı kaşığı karbonat koyup içiyoruz ama bu sefer balsız devam ediyoruz. Buna aralıksız devam ediyoruz. Ta ki, iyileşme başlayana dek. O zaman miktarda azaltma yoluna gidip 1 çay kaşığına geriliyoruz.

https://blog.ersin.net/2014/05/karbonatla-kanseri-yenin.html


alkali beslenme ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için:
https://blog.citonk.com/2012/07/kanseri-yenin-alkali-beslenin.html


2) D vitamini

Kanserli hastaların büyük bir yüzdesinde istisnasız D vitamini eksikliği vardır. Zira bu vitaminin eksikliği başlı başına kansere davetiye çıkarır. Kurumsal hayatta yaşayanların çoğu bütün gün florasan ışığında gün yüzü, güneş yüzü görmeden çalışır. Akşam olduğunu bile anlamazlar. Güneşli yerde yaşayıp da güneşe çıkıp yararlı ışınları almayanlar da aynıdır aslında. D vitaminini alabilmek için her gün 11 ile 14 saatleri arası güneş ışınlarının en faydalı şekilde size ulaşacağı saatlerde tabiri caiz ise malak gibi kendinizi güneşe teslim edip bir 20 dk bundan faydalanmanız gerekiyor. Yapamıyorsanız o zaman yaş grubunuza göre Devit3 tarzı sıvı yada ampüllerden almanız gerekir. D vitamini eksik olan çoğu insan genç yaşlarda kemik erimeleri, bel boyun fıtıkları, artirit tarzı rahatsızlıkları yaşamaya başlıyor. Karbonat tedavisi ile vazgeçilmez şekilde uygulamanız gereken yegane şey D vitaminidir. Doktoronuz tarafından belirlenecek yüksek dozda bir D vitamininin istisnasız şekilde Kovidi de yok ettiği ispatlanmış bir gerçektir.


3) C vitamini

Vücut içeri giren fazla C vitaminini atmanın yolunu her zaman bulur. Bu yüzden C vitaminine asılın. Hastalıkları yok eden ve hasta olmanızı engelleyen en güçlü silahınızdır. Sadece tükettiğiniz zaman önemli. Gündüz tüketin. Akşam yemek sonrası tüketilen tüm meyveler şekere dönüşür. Meyve olarak tüketme lüksünüz hiç yoksa 500 yada 1000 mg’lık güvenilir takviyelere başvurun.


4) Gümüş Suyu

Kanseri istisnasız yok eden silahlardan biridir. Hikayesi ta Roma dönemine dek dayanır. O dönemlerde herkes veba vb hastalıklardan, kanserden kırılırken bir grup çingenenin hiç hasta olmadığı görülmüş. Bu insanların düzenli olarak gümüş suyu içtiği, gümüş çatal bıçak kullandığı gözlenmiş. Hatta bunların kendi doktorları daha o zamanlar enjekte yöntemiyle gümüş suyunu damara zerk ederek hastaları iyileştiriyormuş.

Siz nasıl kullanacaksınız?
Yaş grubunuza uygun bir ppm oranıyla şişelerde gümüş suyu satın alabilirsiniz. (40 ppm’den 150 ppm’e kadar. Yetişkinseniz 100 ppm iyidir). Her gün tok karnına içeceğiniz 1 yemek kaşığı gümüş suyu yeterli olacaktır.


5) Kabak Çekirdeği Yağı

Bağırsakları adam eden en güçlü silahtır. Sabah uyanır uyanmaz karbonatlı su içmeden önce 1 büyük yemek kaşığı soğuk sıkım kabak çekirdeği yağı için. (250cc büyük şişe alın) Kabızlık problemi olanları tamamen iyileştirir. İshal yapmaz..


6) Acı Kayısı Çekirdeği ve Buğday Çimi - B17 Vitamini

B17 dediğimiz vitamin tıp dilinde bir laetril. Laetril kullanarak sağlığına kavuşan hastaların kurduğu bir organizasyon var. Adı da “Kanser Terapisinde Kendi Seçim Özgürlüğünü Kullananlar Derneği.”

1953’de Dr. Krebs, kanserin bakteri, virüs ya da toksinlerden değil, vücuttaki eksik gıda takviyesinden kaynaklandığını buldu. Bunu iyileştirecek ve doğada mevcut olan binlerce bitkisel tedavi üzerinde çalıştı ve sonuçta pek çok sebze ve meyve tohumu ya da çekirdeğinin faydalarını ispatladı. Bunlardan bazıları: acıbadem, kayısı, erik, yaban eriği, kiraz, nektarin ve şeftalinin yanı sıra buğday çimi, elma çekirdeği, ketentohumu, sorgum, mısır (darı) ve buna benzer modern insanın menüsünde pek yer almayan bir dolu besin… Doğal, anti-toksik, insan vücuduyla uyum içinde, su bazlı bu besinlere vitamin denmesi uygun görülmüş. Bahsi geçen vitaminlerin de B kompleksi içinde yer alan 17 ayrı vitaminden oluştuğu gözlenmiş ve adına B17 adı verilmiş.

Taze buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır. Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri etkisiz hale getiren maddeler içermesidir. Sıvı oksijenle dolup taşan buğday çimi, doğanın en güçlü anti-kanserojeni olan “Laetril” (B17) içerir.

B17 vücuda girdiğinde hidrojen siyanür üreterek kanserli hücreleri yok etmeye başlar. Salgılanan enzimlerin dokulara daha kolay ulaşabilmesi için buna ilaveten düzenli egzersiz yapılması ve alkali beslenilmesi gerekir.

Yani: vücuda giren siyanüre karşı iyi ve sağlıklı hücreler önceden programlı ve hazırdır, ne yapacağını bilir. Ama kanserli hücreler bilemez. O yüzden sadece kanserli hücreleri öldürür. Yani kemonun yapması gereken ama yapamadığını yapmayı başarır. Kemo bildiğiniz üzere kötü  hücrelerin yanında iyi hücreleri de öldürür ve bağışıklık sisteminizi altüst eder. Kanser tedavilerinin baş aktörü John Hopkins Hastanesi bile kemonun iyleştirmediğini itiraf etmiştir.

En yüksek B17 kayısı çekirdeğinde bulunur. Bunun dışında nektarin, şeftali, kiraz ve erik de yüksek oranda B17 içerir. Ayrıca elma çekirdeği, üzüm çekirdeği, ahududu ve böğürtlen de B17 bakımından zengindir. Bolca B17 içeren besinleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

Meyveler: Böğürtlen, yaban mersini, kiraz, üzüm, dut, çilek, ayva, ahududu, şeftali, erik.

Sebzeler: Siyah fasulye, börülce, bezelye, nohut, ıspanak, tere, pancar, okaliptüs yaprağı, acıbadem, kaju.

Çekirdekler: Elma, kayısı, kiraz, darı, keten tohumu, armut, kabak çekirdeği.

Unutmayın elmayı, üzümü çekirdekleriyle yiyin. Kayısının çekirdeklerini kırıp içini yiyin.

Sağlıklı iseniz günde 5 adet acı kayısı çekirdeği yemek sizi kansere karşı korur. Hasta iseniz günde 10-15 arası yemeniz gerekir. Daha fazla sakın yemeyin. Zehirlenmeye yol açabilir.

Kayısısı ile meşhur Hunka Cumhuriyetinde asırlarca halkın tek bir kanser vakası yaşamamasının nedeni de kayısı cekirdeğidir.

https://blog.ersin.net/2014/05/b17-bombardman-ve-hunza-halk.html


6) Zerdeçal

Kanseri iyileştirmede (özellikle akciğer) en güçlü silahtır. Ancak toz değil, kök ekstratı olarak, dosajı yüksek kapsül olarak alınmalı. Fitoterapist Ümit Aktaş tarafından hazırlanan zerdeçal eksrat kapsüllerini kullandık ve faydasını gördük. Tıbbi tarım yöntemiyle elde edilen ve curcumin olarak geçen ekstratları kullanabilirsiniz. Ama çok piyasa olan markaların sentetik versiyonlarından uzak durun..


7) Sarımsak

Var olan en güçlü antibiyotik. Gece yatmadan önce 1-2 diş sarımsağa kürdanla delikler açıp suyla yutabilirsiniz. Uykuda tedavi eder. Sarımsağa metal değdirmemeniz önemli..


8) Çörek Otu Yağı

Hücre yenileyici ve onarıcı gücü vardır. Aynı zamanda kilo da vermek istiyorsanız Kahvaltıdan önce  1 yemek kaşığı. (kilo almak istiyorsanız tok karnına). 250cclik soğuk sıkım büyük şişe alın. "Ölüm hariç her derda deva" diyerek Peygamberimiz tarafından da tavsiye edilmiştir..


9) Udi Hindi Yağı

Enfeksyionlara karşı çok etkilidir. Pandemide çok faydasını gördük. Kullananlar çok hızlı bir şekilde pozitifleri atlattı. Günde bir bardak suya 5-10 damla yeterli..


10) Çam Kozalağı Şurubu/Pekmezi

Gerçek yöntemlerle elde edilenleri tercih edin. Özellikle pandemiden sonra artan akciğer ve solunum problemleri için çok ideal. Her gün bir kaşık yiyin. Yada içine zerdeçal, udi hindinin tozundan, biraz polen, keçi boynuzu pekmezi karıştırarak kendi bağışıklık bombanızı hazırlayın..


11) Kelle Paça Kemik İliği

Bunların çorbasını haftada birkaç kez için. Bağışıklık sisteminiz ve iskelet sisteminiz için çok yararlıdır.


12) Kan Grubuna Göre Beslenme

Bunu ayrı bir makalede paylaşacağım. Zira hepimiz eşsiz bir dna ve kan grubuyla dünyaya geliyoruz. O yüzden uzmanların dediği "şunu yiyin yararlı, bunu yemeyin zararlı" demesi yeterli değil. Eğer "hastalık yoktur, hasta vardır" ilkesi doğru ise, o zaman herkesin aynı şeyi yemesi yada yasak koyması doğru değil. Bedene giren her besin kan grubunuzla reaksiyona girer. Bu yüzden ne yiyip içtiğiniz önemlidir. Çok sevdiğiniz ama hiç toz konduramadığınız besinler kan grubunuz için yanlış seçim olabilir ve sizde alerjik reaksiyonlar, tansiyon, çarpıntı, halsizlik, bitkinlik gibi etkiler yaratabilir. Kan gurubuna göre beslenme ispatlanmış bilimsel bir çalışmadır..


13) Hareket

Hareketde bereket vardır. Özellikle vücudunuzdaki tıkanıkları açacak, enerjinin tüm bedende rahat akmasını sağlayacak hareketler yapmanızda fayda var. Bunun başında elbette ki yürüyüş geliyor. Her gün yarım saat tempo yürüyüş, ne çok hızlı, ne de çok lay lay lom.. 

Sonra Qigong, Yoga, Pilates, Tai Chi gibi yavaş ama etkili öğretilere başvurabilirsiniz. Enerjiyi yani Chi'yi deneyimlemeyi unutmayın. Bu sizi şifacılığa kadar götürür. Bunlara sebat edin ve düzene oturtun..


14) Nefes ve Meditasyon

Sizi Beta'dan Alfa ve üstü frekanslara taşıyacak en güçlü silahınız nefes ve dolayısıyla meditasyondur. Hayatınızın bir parçası haline getirin ve "şu anda nasıl nefes alıyorum" deyip her an nefesinize odaklanın ve hayatı medite bir halde yaşayın...

İşin içine nefes girince en önemli faktör OKSİJEN oluyor. Kanserli hücrelerin en sevdiği ortam oksijensiz ortamdır. Bu yüzden oksijenle zenginleştirilmiş hücreler her daim sağlıklı hücrelerdir. Nefes teknikleri buna hizmet ediyor. Sakın ola ki sizi oksijenden mahrum bırakacak maske vb şeylerden uzak durun. 


15) Hacamat

Vücudunuzda biriken ağır metalleri atmak, sıvı sonrası yan etkileri azaltmak ve yok etmek için işinin ehli olan bir hacamat ustasından hizmet alın


16) Oruç

Oruç mükemmel bir hücre yenileyicidir. Normal zamanlardaki beslenme şekliniz bedeninizdeki kötü hücrelere hizmet eder. "Bana şunu gönder gelsin, bunu gönder ne duruyon" diye sizi yönlendirirler. Siz de habire abur cubur, ekmek, tatlı vb yer durursunuz. Yemek yediğiniz sürece meydan kötü hücrelere kalır. Ama bedeni aç bıraktığınızda aç kalan iyi hücreler kötü hücreleri tehdit olarak görme lüksüne kavuşur ve onlarla beslenirler. Ve bu sayede mükemmel bir hücre yenileme operasyonu başlar. Hastayken büyüklerimizin yaptığı yegane yanlış, bize şifa olsun, enerji olsun diye habire birşeyler yedirmeye çalışmalarıdır. Tam tersi yapılıp vücut aç bırakıldığında ve su diyetine girildiğinde ise beden her zamankinden daha çabuk iyileşir. Oruç körü körüne dini vazife yerine getirmek değildir, şifadır. 

Peygamberimizin hadislerini "o yapmış biz de yapalım" diye yapmayın. Mantığını anlayın. Mesela neden "oturarak su için, ayakta içmeyin" der? Buna günah deyip geçer, çocuklarımıza o şekilde aktarırız. Arkasındaki mantık şudur: oturarak içtiğinizde su mideye gider, ayakta iken ise bağırsağa. Besinlerin ve suyun önce mideye gitmesi ve orda bir işlemden geçmesi şarttır. Basit olarak bunu sağlar. Akıllı olun.


17) Pompacılardan uzak durun

Benzin pompacılarından bahsetmiyorum. Basından, medyadan, tvlerden, haberlerden, bunlarda sürekli çıkan korku pompacılarından bahsediyorum. Tüm bunlar, haberler, diziler, dinlediğiniz müziklere kadar pek çok şey frekansınızı aşağılara çekmek için kurulmuş tuzaklardır. Bunlara kanmayın, haklı olmak yerine mutlu olmayı seçin, korku yerine sevgiyi tercih edin ve yüksek frekansta sabit yayın yapın.

Şifa sizinle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder