6 Nisan 2015 Pazartesi

Rezonans Kanunu

Evrensel yasaları üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. İstedim ve oldu mantığındaki olma yada yaratma kavramı ise çok eğlenceli bir oyun. Ama tabi bazı kuralları var. Bunlardan birisi de rezonans kanunu.

Fizikteki rezonans titreşimlerine çok benzer şekilde çalışan bu kanunların temelinde "iste ve olsun" vardır. Bilinçli yada bilinçsiz deneyimlerimizi nasıl yarattığımızla alakalıdır. Herkesin kendi gerçeği vardır çünkü herkesin yaşayacağı kendi deneyimleri bulunmaktadır ve yine herkesin gerçeği bu kendi deneyimlerine dayalı olarak var olur. Bir başkasının gerçeği sizi bağlamaz, bu onun kendi deneyimi, kendi titreşimlerinden elde ettiği sonuçlardır. Evet bazen aynı titreşimler sonucu aynı deneyimleri yaşar ve aynı gerçekleri paylaşırsınız. Yada sistem sizi aynı sonuca ulaştırıp toplum bilinci yaratmak üzere titreşimlerinizle oynamaya başlar. O zaman da sanırsınız ki herkesin gerçeği aynı. Bu şekilde inanç sistemi yaratılır. Bir süre sonra gerçeği deneyimlemenize gerek kalmaz. Gerçeği deneyimlemek yerine inanmak yeterlidir. Bunun kimin gerçeği olduğu önemli değildir. 



Yukarıdaki videoda birbirinden bağımsız şekilde, ayrı zamanlarda başlatılan 32 ayrı metronomun zaman içinde nasıl aynı titreşimlere dönüştüğünüzü izlediniz. Bu günlük hayatımızda hepimizin yaşadığı bir gerçek. Bir deli bir taş atar kırk akıllı peşinden gider. Bir lider çıkar (iyi yada kötü) herkesi peşinden sürükler. Sistem tüm metronomların yani bizlerin aynı frekansta titreşmesi için kurulur. Bu yüzden haberinden dizisine, okuduğunuz, dinlediğiniz herşey özenle ayarlanır. Aynı frekansta titreşmeyen insanlar birbirinden ötekileştirilmeye başlanır. Arkadaşlar bu şekilde artık görüşmez olur, eşler ayrılır… Titreşimlerin gücü hafife alınacak birşey değildir. Titreşimlerinizi dengelemenin tek yolu ise nefes teknikleridir. 

Ana rezonansı.. rezonanslar içinde en tehlikelisidir!

"Evladım ne o ayakların çıplak, üşüteceksin, ateşler içinde yatacaksın sonra, kalk çorap giy"
"Ya anne üşümüyor ayaklarım iyiyim böyle"
"Sen farketmiyorsun ama hava serin, farketmeden hasta oluverirsin Alimallah!"

Kalkıp çorap giydin, giydin.. yoksa vay haline! Analar ve eşler üzerine daha pek çok örnek verilebilir. Dedikleri olur. Titreşimleri çok kuvvetlidir. Sizi de alır sokar bu titreşimin içine. Israr ve tekrar mekanizması mükemmel işler. Ananız tarafından bir kere kodlanmışsınızdır. Frekansınız hasta olmak üzerine titreşmeye başlar.

Bazıları düşüncelerin, kelimelerin gücünün yada duaların birşeylerin olması için yeterli olduğuna inanır. Ama bundan çok daha ötesi vardır. İstekte bulunduğunuz zamanki titreşimleriniz hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak düşünceleriniz ve duygularınızdan, aynı zamanda da vücudunuzun her bir yerinden fiziksel ve fiziksel olmayan şekilde gelmeye başlar (ruh, astral beden, enerji). Bu yüzden istekler beyinde başlamaz. Tam bu noktada beden-zihin-ruh bütünlüğü devreye girer. İsteklerimize, seçimlerimize ve bizi etki alan unsurlara göre titreşim yaymaya başlarız. Bu titreşimler biyokimyasal ve elektro manyetik dalgalar şeklinde ana kaynaktan gelir.

İstek dalgalarına frekans yada titreşim dersek, ışıktaki yada radyo dalgalarındakiyle aynıdır. İstek dalgası kaynağını geçmişin anılarından, deneyimlerden, şimdiki zamanı gözlemlemekten, gelecek hakkında hayal kurmaktan alır. Ancak kaynak ne olursa olsun Evren bunları sadece birer enerji dalgası olarak algılar. Bunun geri dönüşü de şu şekilde olur: evren istekte bulunduğunuz dalgaların enerjisi ile deneyimlerinizden gelen dalgaların çöp çatanlığını yapar. Yani bir olaya ait deneyiminiz tamamıyla sizden çıkan enerji dalgalarıyla örtüşür. Bilinçli olarak bu dalgaları üretin yada üretmeyin...

"Sağlıklı olmak istiyorum", "Sağlıklıyım, sağlıklıyım, sağlıklıyım"... Bu isteklerde bulunurken aynı zamanda farkında olmadan "ben hastayım" titreşimlerini yollamaya başlarsınız. Gerçek odaklandığınız nokta ve kaynak da aslında budur. Bu senaryo dahilinde, evren size daha fazla hastalık getirmeye başlar çünkü istek dalgalarının gerçek titreşimlerini esas alır. İşin kaynağında ise titreşimi en güçlü ve gerçek olan hasta olmak vardır. Bu yüzden ister EFT, ister NLP, ister meditasyon, isterse hipnoz yapın, isteğinizi peş peşe tekrarlıyor olmanız isteğinizin gerçek olmasına yetmeyecektir.

Belirli bir nesneden, yada size o deneyimi yaşatacak olan olaydan çok, istediğiniz asıl şey deneyimin kendisidir.

İnsanların rezonans gerçeğinde en çok kafaları karışan konu ise evrenin doğadan ayrı olmak yerine doğayla bir bütün olduğudur.  Bunun anlamı ise, istenmeyen bir deneyimi devre dışı bırakmak için arzulanan deneyim için kullandığımız kelimelerin ve düşüncelerin istek dalgalarındaki sinyaller üzerinde hiç bir etkisinin olmadığıdır. Hiç, asla, -meli, -malı, istemiyorum, şu olmadan bu olmadan gibi şart koşan kelimeler, artık, bir daha, gibi kelimelerin olduğu isteklerden bahsediyorum. İnsanlara ne istediklerini sorduğumda genellikle ne istemediklerinin listesini yaparlar. İsteklerimizi, ne istemediklerimiz doğrultusunda dile getirmeyi çok iyi başarmışız.

Dondurmacıya gittiniz diyelim. 20 değişik dondurma var. 3 top dondurma alasınız var. Kalkıp da adama istemediğiniz 17 çeşidi saymazsınız, ne istiyorsanız onları istersiniz. Eğer hasta olmak istemediğinizi bağırırsanız, evren sadece "hasta" titreşimini alacaktır ve ona yoğunlaşacaktır, ve de size bunla ilgili daha çok deneyim sunacaktır. Evren 2 yaşındaki bir çocuk gibidir. Ona ne yapmamasını söylersen sanki inadına onu yapar. Bir çocuğa ne yapmaması gerektiğini söylerseniz, çocuğun, “söylediğinizden başka birşey” yapmasını istiyor olduğunuzu algılaması çok zordur. Çocuk zamanla bunu anlasa da evren asla anlamaz. Evren 2 yaşında kalmaya devam eder ve baskın olan sinyale yoğunlaşır, yani duyduğuna, duymadığına değil. Bu yüzden "ne istiyorum?" sorusunu sorun kendinize ve neler istediğinize dikkat edin.

Beden-zih-ruh bütünlüğü aynen bir radyo gibidir. Doğru frekansta yayın yapan size uygun bir kanal bulduğunuzda o müziği dinlersiniz. Bir kanalda dinlediğiniz müzik ile başka br kanalda dinlediğiniz müzik size aynı deneyimi yaşatmaz. Bu yüzden deneyimlemek istediğiniz şeyle kendi frekansınızı eşitlemek durumundasınız. Aynı radyo kanalları gibi sizi orda bir yerde uyumlanmak üzere bekleyen bir dolu frekans vardır.

Evren aslında sizin ne istediğinizi bilir ama bunu öyle bir düzenler ki sizin gibi isteklerde bulunan herkesin/bütünün hayrına olsun da size özel bir torpil yapmış olmasın.

Yazarın benzer konulardaki makaleleri için:

Kötü Duygular ve Algı Yönetimi

Birine duyduğunuz kızgınlık yada kırgınlık hızlı bir şekilde herkese karşı duyduğunuz hislere dönüşüverir.
Kırgınlıkları, kini, nefreti, içimizdeki düşmanı, kendimize olan sevgisizliği yenmemiz gerekiyor.
Diğer insanları zihninizde idam etmeye başladığınızda önsezileriniz hızla zarar görmeye başlar. Zira önseziler özgür olmayı ister. Esaret altında rahat çalışamaz ve çoğalamaz. Siz kin ve nefret içinde yüzerken o bir kenara sığınır ve kendini güvene almak adına kendi kendini hapseder. İçinizde barındırdığınız ve bunda inat ettiğiniz her duygu sizinle yol almaya devam edecek ve yol üzerinde bunlara yeni yol arkadaşları eklenmeye devam edecektir. Bu negatif duygulara çöp dersek bu çöpleri zaman zaman boşaltmanız gereken yerler ve durumlar olacaktır. Eğer çöpünü boşaltma ihtiyacı duyan birine denk gelirseniz hemen oradan uzaklaşın ya da nötr olun. Zira onun çöpüne çöple karşılık verirseniz çöp değiş tokuşu yaparsınız.En iyisi kimse çöp biriktirmeyi alışkanlık haline getirmesin (çöp kamyonu teorisi). Çöpleri hiç biriktirmemenin yolu ise affetmekten geçiyor. Önce kendinizi. Sonra herkesi ve her şeyi. Geçmişinizi, ki geleceğinize ve sevgiye yer açabilesiniz. Sotede saklanan sezgilerinize özgürlüğünü tattırabilesiniz..
Morgan Freeman’a sormuşlar ırkçılığı filan nasıl durduracağız diye. Verdiği cevap çok basit: “Bunlar hakkında artık konuşmayarak!”
Bir itirafta bulunayım. Bu benim cehaletim de olabilir ama iyi ki de öyle olmuş. Yakın zamana dek kim Kürt, kim Alevi, kim Yahudi bilmezdim. Bunlar hakkında bilgi sahibi olmamı maalesef medya sağladı. Eminim ki benim gibi pek çok kimse de bilmeden mutlu mesut yaşıyordu. Ne zaman ki bu konular hakkında konuşulmaya başlandı ayrımcılık işte o zaman başladı. Kimsenin umurunda olmayan farklılıklar ki ben buna zenginlik diyorum, artık birbirine batar hale getirilmeye çalışıldı. Üstelik bu konuda başarılı da olundu.
Şimdi son zamanların haberlerine bir göz atalım. Bu arada ben haberleri seyretmemek için televizyonumu köydeki bir ağabeyimize hediye ettim. Evde televizyonum yok. Ama maalesef sosyal medya televizyonu aratmıyor. Mecburen haberdar oluyorum. Arkadaşlarım beni bazen suçluyorlar, gündemi nasıl takip etmezsin filan diye. Kardeşim gündemi yaratan da, neye sinir olup olmayacağımızı belirleyen de sistem. Herkes bir şeyin peşinde koşuyor. Kimse kimseyi dinlemeden sadece kendi fikrini söylemenin derdinde. Ben haklı olmak yerine mutlu olmayı seçmiş biri olarak neden sisteme çanak tutayım? Neden taraf olayım? Hiç sorun yaşamadığım insanlara neden bir anda düşman kesileyim? E ama kötülük var, kötü insanlar var! Elbette var; daima da olacak. Eğer kötülük olmasaydı ne yapardık? Karanlık olmadan aydınlığın farkına nasıl varırdık? Boşluğa düşerdik. Yin yang olmazdı. bu sefer iyilik içinde ölürdük. Hiç bir şeye hevesimiz kalmazdı. Zaten bir şey yapmanın gereği de olmazdı. Amaçsız yaşardık. Amacı ve umutları olmayan insan bitik bir varlıktır. Kötü diye tabir edilen olgu aslında sizin yol göstericiniz, meşalenizdir. İyi ve kötü arasındaki nokta sizin durup yön tayini yapacağınız sapaktır.
Hah, haberlere göz atacaktık; tecavüzler; biri yetmiyormuş gibi aynı hafta içinde benzer haberler. Artan kin ve nefret duygusu. İçinde sevgiye yer kalmamış paylaşımlar. Artık tanıyamadığın arkadaşların ve dostların, hatta seni eğiten ustaların, meslektaşların… Bu mu olmalı tepki? Bu mu size öğretilen? Sizin öğrettikleriniz? Bunun tek yanıtı var. Evet, oyuna geldiniz. Elbette yayınlanan haberler kesinlikle gerçek olabilir. Ama oltaya gelen sizsiniz; o haberler hep vardı; siz hep göz ardı ettiniz. Bir birey olduğunuzu hiçbir zaman kabul etmediniz. Bireysel devriminizi gerçekleştiremediniz. korkularınızın ardında yarattığınız güvenli alana sığınıp  hiç çıkmayı istemediniz. Sistem size ne verdiyse körü körüne almaya devam ettiniz. O istediği zaman sinirlendiniz; o istediği zaman birbirinizi ötekileştirdiniz; o istediği zaman paranın esiri oldunuz; o istediği zaman kimliğinizi edindiniz. Başkalarının cübbeleri altında edindiğiniz unvanlarla dostlarınıza kartvizit vermeye başladınız. Siz hiç siz olmadınız ki. Siz hiç kendinizi sevmediniz ki. Kendinizi derinden içten bir şekilde sevseydiniz başkaları tarafından sevilmeye ihtiyaç duymazdınız. Sizden taşan sevgiyle beslenirdi herkes. Kendinizi yeteri kadar sevseydiniz bilirdiniz ki herkesle ve her şeyle birsiniz. O zaman doğayı da, hayvanları da, var olan her şeyi ve herkesi de eşit ve koşulsuz şekilde severdiniz. O zaman kimse kimseyi ötekileştirmezdi. Diller, dinler, ırklar, milliyetçilik türemezdi. Haberde duyduğunuz haberin kaynağına duyduğunuz kin ve nefretin aslında sizden çıktığını idrak edebilirdiniz. Nefreti yönelttiğiniz şeyden önce kendinizi affetmeniz gerektiğini anlasaydınız, onu affetmeye bile gerek kalmazdı.
Danışanlarım olsun, eş, dost olsun karşıma çıkan pek çok kanser hastasının ortak sorunu şudur: Affedilmemiş kızgınlık. Kırgınlık ve suçluluk duygusu. Bunların çoğu da genellikle kendiliğinden oluşan hislerdir.
Hepimiz her gün kendi kendimizi kanser edip yine kendi kendimizi iyileştiriyoruz. Bu sadece ayyuka çıkıp raporlanmıyor. Yoksa kanserli hücreler vücudumuzda hep varlar; sadece çoğalmayı beceremiyorlar çünkü beden onları kontrol altına almayı biliyor ama öyle bir an geliyor ki, zıvanadan çıkıyorlar ve meydanı boş bulunca da çoğalıp bedeni ele geçiriyorlar.
Peki tüm bunları yaratan hisler nereden geliyor? Eğer bedeninizi ve onu yaratan ruhu birbirinden ayrı tutmaya devam ederseniz, ikisi arasındaki bağı hiçbir zaman kurmayı beceremezsiniz. Beden-zihin-ruh bütünlüğünü elde edemezsiniz..
İçinizdeki ve dıştaki insanlara karşı hissettiğiniz zararlı düşünceleri salıvermeyi başarırsanız kendinizi ve herkesi affetmeyi becerebilirseniz
Şimdi yazının ilk cümlesine geri dönelim: Birine duyduğunuz kırgınlık yada kızgınlık herkese karşı duyduğunuz bir nefrete dönüşüyorsa orda ciddi bir sorun vardır. Bu tam da sistemin istediği şeydir. Bir tecavüz olayı sonrası kadınlar tüm erkekleri zihninde idam etmeye başlar. Terörist bir saldırı sonucu tüm batı Müslümanları ve Arapları terörist ilan eder. Medya da özellikle takip eden günlerde benzer haberleri seçmece şekilde önünüze sunmaya devam eder. Nefret ve korku yüzdesi artan bir toplumu idare etmek kolaydır.  İstediğin yasayı çıkarabilirsin ve kabul ettirebilirsin çünkü bunun onların iyiliği için olduğuna inandırabilirsin. İnsanları sindirebilirsin; onları bu tip gündemle meşgul ederken arka planda istediğin oyunları oynayabilirsin.
Kimse güçsüz, kimse aciz, kimse çaresiz değildir. Her zaman bir seçenek vardır ve herkes de seçimlerinde özgürdür. Şu anda suskunluğunu, sinmişliğini, sessizliğini koruyan kadınlar gün geldiğinde bireysel devrimlerini gerçekleştirdiklerinde kimse onlara bu muameleyi yapabilecek güçte olamayacak. Onlar da birer birey olduklarını idrak ettiklerinde ve bunu idrak etmeleri için de elbirliğiyle herkes aynı titreşimlerde hareket ettiğinde, şu andaki korkularından sıyrılacak ve güvenli alan sandıkları ama aslında sadece alışkanlıktan ve bağımlılıktan ibaret olan kabuklarından çıkmış olacaklar. O zaman dayak yiyen hiçbir kadın tekrar kocasının yanına dönme acizliğinde bulunmayacak. Onun her türlü kararına saygı gösteren aileler ve toplumlar oluşmaya başlayacak. Töreler gelenekler tarih olacak. Şu anda onlar için başka bir yaşam şeklini tatmamış olmak, alternatif bir seçeneğin olabileceği fikrini düşünememek, bağımlılık yapan ve kendi yarattıkları güvenli alan hissini ortadan kaldıracak güce sahip olduklarını bilmeme gerçeğinden kurtulduklarında, kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bireyler olarak mutlu mesut yaşamaya başlayacaklar. Silkinen kadın ayağa kalktığında dağlar onun önünde eğilecek.
Sevgi içinizden bir an olsun bile eksik olmasın.