9 Kasım 2022 Çarşamba

Hayvan gibi yiyiyoruz





Elbetteki hayvanlara hakaret olur. Zira onlar sadece hayatta kalma amaçlı beslenirler. Keyiflerine göre yemezler, avlanmazlar ve avlarını da ona göre seçerler, zayıf ve bir ayağı çukurda olanları... Evcil hayvanları da kendimize çevirdiğimiz doğrudur. Onlar doymak bilmeden abur cubura alışmışlardır. Her an yemeğe hazırdır.

Çok ciddi bir iddiada bulunmak üzereyim:

Tüm hastalıklarımızın asıl nedeni çok yemek yiyiyor olmamız.

Aşırı yemek yediğimiz zaman sindirim için daha çok enzime ihtiyaç duyan mide çok yorgun düşer. Normalde bir mide max 250 gr yenilen yemeği ilk 3-4 saat içinde anca hazmeder. Bu miktardaki yemeğin hazmı kalbi de yormaz, kolaylıkla işini yapar. Bunun 2-3 katı miktar alındığında yemek ancak kısmen hazmedilir ve fazlalıkların bir kısmının depolanması ve  kalanının atılması için kalp 4-5 kat ekstra çaba harcar. Bu esnada kalbin yanısıra sindirimden sorumlu tüm organlar yorulur.

Batı özentisi kahveyle başlanan gün, serpme kahvaltılar, ağır öğle yemeği, arada içilen çaylar, neskafeler, türk kahveleri, kolalar, fantalar, yenen börekler, çörekler, kukiler, tatlılar, çiyzkekler, bravniler, donatılan akşam yemekleri (2-3 çeşit yemek, salata, cacık, hoşaf vb), üstüne yenen kavun-karpuz, bastırsın diye içilen çay, yanında yenen kuruyemişler, tv karşısında yenen çips mips zımbırtılar.. alkolleri mezeleri saymıyorum bile.. eminim atladığım da bir dolu şey var.. çöplük olduğunuzun ne zaman farkına varacaksınız? 

Gençken sorun yok gibidir. Güçlü ve kanı bitli vücut, hazım ve fazlalıkları dışarı atmada çok zorlanmaz. Ancak aşırı yemek bir alışkanlık haline gelirse o zaman genç menç dinlemez. Daha az atılan ve daha fazla depolanan fazlalıklar, yani atıklar kanla beraber vücutta dolaşmaya başlar. Kan gittikçe ağırlaşır. Damarlarda biriken atıklar damarları tıkamaya başlar. Damarlar ne kadar tıkalı olursa, kan akışı da o kadar az olacağı için, hücreler de yeterince beslenememeye başlar.

Besinsiz kalan organlar “biz açız” diye bağırmaya başlar. Beyin de bu slogana karşı iştahı açar ve insan evladı da daha çok yemeye başlar. Yedikçe tıkanıklıklar artar. Tıkanıklık artıkça açlık da artar. Bu bir döngüye dönüşür. Akabinde konsantrasyon sorunları, hafıza problemleri, düşünme, anlama ve idrakta zorluk ve tabiki de hastalıklar ortaya çıkmaya başlar.

Bazıları bunun bedelini şişmanlık ve pek çok hastalıkla öder.

Kimisi de “ben ne kadar çok yersem yiyeyim kilo milo almıyorum” diye kendini matah birşey sanar ve şişmanlara göre avantajlı durumda olduğunu düşünür. Durum öyle değildir. Şişmanlarda fazlalıklar, toksinler, katkı maddeleri, ilaçlar vb yağ olarak depolanarak organları bir nebze de olsa koruma gerçekleşir. Zayıflarda ise kana karışan tüm toksinler depolanma lüksü olmadan bütün vücudu dolaşır. Beden bunları atmak için savunma mekanizması olarak bu sefer terleme, kusma, ateşlenme, öksürük, boğaz enfeksiyonu, nezle, ishal gibi yollara başvurur. Bu ağır işlemler organları yıpratarak ağrılar, sivilce, enfeksiyon, tümör, kist  genetik mutasyonlara neden olan hastalıklar üretir. Genellikle sık hastalanan, zayıf ve asabi tiplere dönüşürler.

Hastalığa neden olan en önemli şeylerden biri bir hazmın gerçekleşmesini beklemeden defalarca üst üste yemek yenmesidir.

Bahsettiğimiz ilk hazmın gerçekleşmesi için 3-4 saat gerekir. Bu esnada yenilen herhangi bir besin hazmı baltalar ve ek yük olarak sil baştan bedene iş yaratır. Yemeğin ağırlığına göre 250gr’dan fazla yenmişse bu hazım süresi 6 saate kadar uzar. Hazmolma süreci baltalandığında fazlalıklar bu sefer çürümeye ve mayalanmaya yol açar. Bağırsaktaki mayalanma bu şekilde başlar.

Günde 2 defa yemek insan için yeterlidir.

Birbirine ters olan yemekleri karıştırmak midenin de aklını karıştırır. Zira mide vücudun matematik profesörüdür. Bedene besin girdği zaman ona ne kadar asit ve mesai harcayacağını hesaplar. Bu yüzden proteinle karbonhidratları karıştırmamak güzel bir örnektir. Aynı şekilde süt ve balık, birbirinden farklı et türleri (tavukla kırmızı et, yada iki farklı cinsin eti, koyunla dana gibi), birbirinden farklı yağ türleri gibi. Burda dikkat edilmesi gereken nokta bunları parçalayabilmek için ihtiyaç duyulan enzimlerin de birbirine zıt olmasıdır. Bu yüzden enzim karmaşası oluşur. Enzimler birbirini yok eder, yada üretilemez, yenen yemek de hazmolmayıp çürüme bölgesine gider. Bu nihai bölge bağırsaklardır. Vücüdün tüm pis işini ona kaktırırlar.

Çürüme ve mayalanma sonucu oluşan toksik, zehirli ve asitli oluşum bağırsakları yavaşlatarak genişlemesine ve bağırsak duvarlarında yıllarca atılmadan durabilecek dışkısal atıklar oluşturur. Yanlış beslenmede ısrar sonucu bağırsak gitgide ağırlaşır ve kabızlık ilk işaretlerden biridir. Kanalizasyon borularından daha vahim hale dönen bağırsak duvarları tüm zehirli, yağlı, asidik atıklar, toksinler, mantarlar, istenmeyen ne varsa onlarla kaplanır. Bağırsaklarda devamlı gaz oluşur. Devamlı halsizlik, bitkinlik, yorgunluk, uyku hali, çok uyuma, yaşama isteğinin ve hayattan tatmin olma halinin azalması bu nedendendir.

Atıklar en nihayetinde bağırsaklardan göç ederek bütün organlara ve hücrelere yayılmacı politika izler. Buna metastaz diyoruz. Bunun sonucu belli başlı organlar hasta olmaya başlar. Lakin asıl kaynağın bağırsaktan olduğunu idrak edemeyen tıp, organlara odaklanır ve gereksiz gördüklerini hemen ameliyatla alma yoluna gider.

Damarları tıkayan bu göçseverler, organlarda, eklemlerde, kemiklerde toplanır. Eklem ağrıları, kemik erimesi vb problemlerin en büyük sebebi burda yatar. Tabi tıkanan damarlar yüzünden organlar yine “açız” diye bağırır.

Yeme içme sıralaması

  •         Proteinler midede hazmı en uzun olandır
  •         Tatlılar ve meyveler bağırsağa en hızlı geçer
  •         Su ise midede vücut ısısına ulaşır ulaşmaz bağırsağa geçer

Bu yüzden sıralama önce su, sonra tatlı yada meyve (birlikte asla değil), en son salata ve yemek. Yani hazmı en zor olan her zaman en sona saklanır.

Bu yüzden uzak doğuda hafif ve sulu olan, ağır ve kuru olandan her zaman önce yenir. Bizde de önden çorba içilmesi buna uygundur ama bu neredeyse unutulmaya yüz tutmaya başlandı, özelikle de fastfoodçu yeni nesil tarafından.

Yemekten sonra su içince, su bağırsağa ulaşamayacağı için midenin genişlemesine neden olur. Mide asidi sulanacağı için verimli iş göremez. Hazım uzar. Yemek esnasında su içince de çiğneme gerçekleşemez. Besinleri gerektiği kadar çiğnememek mide, bağırsak ve dalağa zarar verir. Ve tabi mide asidini de yine sulandırmış olur.

Suyu yemekten 1-2 saat sonra içmek gerekir. Bu esnada mideye hazmı için vakit tanınmış olur.

Özellikle sabeze ve meyveleri çiğ yemenin mantığı, bunların güneşten aldıkları D vitaminidir. Çiğ yenen besinler daha çok vitamin ve enerji doludur ve hazmı kolaydır. Pişince güneşten aldığı enerji ve kendi vitaminleri buhar olup gider. Kendi suyunu kaybeden sebzenin hacmi azalır, zaten bunu pişerken gözle görürsünüz, içerdiği minerallerin ise oranı artar. Bu da vücutta yine kalıntılara neden olur. Kalıntılar da damar sertleşmesine, kas ve organlarda sıkıntıya yol açar.

Yemek piştikten hemen sonra ılımaya bırakılarak yenmelidir. Beklemiş yemekte mikroplar oluşur ve yemeğin yapısını değiştirir. Tekrar ısıtılan her yemekte yeni kimyasal bağlar oluşur ve aslında özü de tadı da değişir. Pek çok Türk erkeğinin aynı yemeği ertesi gün yememekteki ısrarı aslında doğrudur. Yemekler günlük ve yiyebileceğiniz miktarda hemen tüketilmek üzere yapılmalıdır, dolapta stoklanıp günlerce yeme amaçlı değil.

Peki az önce çiğnemekten bahsettik.

Çiğnemek

Lamaların aksine ağızdaki tükürük son deerce elzem rol oynar. Hazım tükürükle başlar. Çünkü tükürükler bol enzim içerir ve bu enzimler karbonhidrat, protein ve asitlerin parçalanmasını sağlar. Tükürük aynı zamanda besin ağza girdiğinde besin hakkında bilgi toplar ve kimyasal yapısını beyne yollar. Beyin de gerekli analizi yaparak hazım için gerekli programı yaratır. Mide de ne kadar asit salgılayacağını bu bilgi doğrultusunda hesaplar. Besin çiğnenmeden yada az çiğnenerek mideye gönderilirse mide bu kütlesel parçaları hazmedemez ve yine çürüme meydana gelir.  Ordan yine bağırsak duvarlarına yapışır ve kanalizasyona dönme süreci başlar.

Bağırsaktaki kanalizasyonlaşma kandaki akyuvar miktarını artırır. Bağışıklık sisteminin aklı karışır ve bu duruma karşı koruma programı geliştirir. Ateş yükseltir, kalp atışı yükselir, dolaşım hızlanır, ısınan kanda dokuları temizlemekle görevli mikroplar artar, bunların amacı zehri ve toksinleri eritmektir, eriyen bu zararlı atıklardan bademcikler şişerek ve iltihaplanarak, öksürük, nezle, terleme, alerji ve sivilcelerle kurtulmaya çalışır. Hemen geçirmeye çalıştığımız bu belirtiler aslında vücudun sağlıklı savunma mekanizmasıdır.  Ama hemen ateşi düşürmeye, bademcikleri aldırmaya, antibiyotik kullanmaya can atarız.

Taze sebze ve meyvelerin lifleri, çekirdekleri ve kabukları bağırsaktaki yararlı mikropların miktarını artırır.

Bu yüzden besinleri 15-20 kez çiğnemeli ve un ufak edip öyle yutmalıyız. Bu sayede:

  • ·        Daha kolay hazım
  • ·        Yemekten maksimum fayda (enerji. Vitamin)
  • ·        Sindirim organlarının işini kolaylaştırma
  • ·        Çok daha az insülin
  • ·        Diyabet, kanser vb karşı koruma
  • ·        Bağımlılıklardan kurtulma
  • ·        Zayıflama yada formu koruma gerçekleşir.

Hazım

Ilk hazım mideden bağırsağa geçerek tamamlanır. Besinler emilir.

İkinci hazım karaciğerde devam eder. Vücut bağırsaklardaki atıkları parçalayarak geri dönüşüm mantığı ile vücut için faydalı hale getirmek için onlardan vitamin, şeker, yağ, ve protein üretir. Toksik maddeleri ise bir  an önce dışarı atmaya çalışır.

Antibiyotik kullandığınızda, vücuttaki mikroplarla birlikte bağırsaklardaki doğal faydalı mikroplar da öldürülür. Bunlardan boşalan yeri fungus, kandida, mantar vb zararlı mikroplar alır.

Atıklar ve toksinler çoğaldıkça karaciğerin kanı zehirden arındırması zorlaşır. Vücudu korumak adına karaciğer kendini feda ederek bunları kendi üzerinde depolar ve bir süre sonra yağlanarak, büyümeye başlayarak hasta olur. Kanı da artık yeteri kadar temizleyemez. Kolesterol yükselir. Ağırlaşan ve yavaşlayan kanı hızlandırmak ve atıkları atmak için kalp daha çok çalışır ve tansiyon yükselir.

Tansiyon ilacı aldığınızda damarlar zorla genişler, dolaşım yavaşlar, pis ve ağır kan damar duvarlarında birikmeye başlar, kılcal damarları tıkar. Hücrelere yeteri kadar besin gitmemeye başlar. Atıklar bu sefer hücrelerde birikmeye başlar. Yine besinsiz kalan hücreler ve organlar “açız” diye bağırır.

Ve döngü devam eder.  

Döngüden kurtulmanın en temel yolu hazım süreçlerine uymak, az yemek, kan grubuna göre beslenmek ve aralıklı oruçlar tutmaktır.