7 Mart 2013 Perşembe

Ne Kadar İçtensin?



içten

“Seni seviyorum”, “Seni seviyorum” , “Seni seviyorum”... Ne kadar romantik, duygusal, anlamlı... Söylenmesi, yazılması, çizilmesi... Oysaki ağızdan çıktığı anda, kelimelere dönüştüğü anda değerini yitiren birşey olduğunu farkettiğinizde acaba sevmekten de vazgeçer miydiniz? Elbette vazgeçmezdiniz. Çünkü sevmek “içten” gelen bir şeydir..

Peki içtenlik nedir? Tomurcuk kırıldığında çiçeğe dönüşür. Kalp kırıldığında hislere. Çiçek ise kırılmaz. Kırılan tomurcuktur ve iyi bir amaç uğruna olur bu. Şimdiye dek sevmek olarak düşündüğünüz şey sevgi değildi. Gerçek sevgide kalp kırıklığı yaşanmaz. Kalp kırıklığı sadece ve sadece isteklerin, beklentilerin, umutların kırıklığıdır.

Çocuklar kendilerine en fazla “seni seviyorum” diyenleri değil, bunu hiç telafuz etmeyen ama hal ve tavırlarıyla belli eden, hatta “cool” davranan nine veya dedelerini en çok severler.

Ah şu kelimeler.. “kelimeler yetersiz kaldı” deriz çoğu zaman. E yetersiz ise söyleme kardeşim, sadece hisset. Sabahtan akşama kadar kelimelerin içinde boğuluruz. Herşeyin bir amacı ve hissayatı olmalıdır bizim için. Bu amaç arayışı içerisinde amaçlarımızı yitiririz. Kelimeler endişelerin kaynağıdır. Kelimeler olmadan endişelenmeniz mümkün değildir. Şimdi 10 dakika kadar hiç bir kelime kullanmadan endişelenmeyi deneyin. Yapamazsınız, kelimelere mahkumsunuz. Dostluklar, ilişkiler bile kelimelere bağımlıdır. “Çok güzelsin”, “seni seviyorum”, “sen harikasın” gibi laflar duyduğumuzda egomuz şişer, çoğu kadın buna tav olur, aşık olacağı yoksa bile aşık olur. Değer verdiğiniz, içten hissettiğiniz şeyleri kelimelere dökemezsiniz. Gerçek dostluğun, gerçek sevginin kelimeleri yoktur.

Abdullah diye çok sevdiğim ve bu sevgiyi kelimelere dökemeyeceğim bir arkadaşım var. Evli ve şimdi yeni baba oldu. Onlara gittiğimde eşi mutfakta iş yaparken 15 dakka sonra çıkar gelir. “Ya kulağımı dayadım birşey duyar mıyım diye, iki insan bir araya geip 15 dakika öylecene oturur mu yav?” diye dalga geçer. Sevdiğiniz biriyle beraberken sadece susmanız bile yeterlidir. Sevginizi kelimelerle ifadeye gereksinim yoktur. Dostlarınızdan, sevdğinizden hep kelimeler istersiniz. Size ne kadar değerli olduğunuzu, sizi ne kadar sevdiklerini söylesinler istersiniz. Sevdikleriniz size hiçbirşey söylemeden dahi sadece yanınızda olmaları yettiği an gerçek içtenliğe kavuşacaksınız, sessizlikte bile..

Güneşin doğuşunu, batışını, açan papatyaları seyredersiniz. Elbette çok güzel duygular oluşturur içinizde. Ne zaman bunu kelimelere dökmeye çalıştınız, o zaman içtenliğinizi kaybedersiniz. Artık o düşünceler geçmişte kalan hislere dönüşür. “Istanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı”.  

Güzel bir şey görürsün. Hemen onu satın alıp evin bir köşesine koyarsın. Ona her gün bakar mısın? Her gün aynı güzle hisleri besler misin? Güzel bir şey karşımıza çıktığında hemen ona sahip olmak isteriz. Sahip olma aşaması o güzelliğin içine eder. Güzel bir kız yada oğlan gördüğünüzde onları o kadar çok sevmek istersiniz ki onlara nefes alanı bırakmazsınız. Olan budur! İnsanlar sevgilerin altında boğulmaya başlar. İnsanlar aşk acısı çeker! Aşk yoksa acı da yoktur. Birine aşık olduğunuzda yüzünüze bakıp bir tebessüm alamazsınız dünyanız yıkılır. Sevmediğiniz biri ise acıtamaz. Acı sevginin bir parçasıdır. Bunu ise kabullenmek istemezsiniz. Her zaman güzel sözler duymak ve sevilmek istersiniz. Güzel olanı sahiplenmek yerine ona teslim olmak gerekir. Güzelliği seversen güzellik baki kalmaya devam eder. Güzel bir çiçek gördüğünde tüm kalbinle hissedersin, onu koparmak istemezsin, güzelliği baki kalır.

Sevgi bütünlüktür. Akarsu gibidir. Herşeyi beraberinde sürükler. Bunun içinde suya düşen mis kokulu çiçekler de vardır, suya atılan moloz parçaları da. Su demez ki, “sen çiçeksin gel, sen pisliksin gelme!”. Suya süt de döksen onu taşır, işesen onu da taşır. Hayatın kendisi de akarsu gibidir.

Olan bitene çok takılırsanız geçmişe kanca atmış olursunuz, olduğunuz yerde ağırlaşır, taş gibi batarsınız. Olan biten, başımıza gelen herşey taş gibidir. Yapmanız gereken “bırak gitsin” felsefesidir. Hayat bunlarla dolu olacak, kimisi iyi, kimisi kötü. Bazen istemeden birilerini incitirsin, bir başkasını incitememek için ekstra çaba sarfedersin, bakarsın onlar da incinmiş, bazen istemeden kendin incinirsin. Herkes bir kalp kırıklığı yaşar. Bu olgun bir zihnin yada olgunlaşmış bir sevginin doğasına aykırıdır. Bu tip sorunlar yaşadığınız insanlarla günler hatta seneler sonra biraraya geldiğinizde yapmanı gereken tek şey hiç birşey olmamış gibi davranmaktır. Hatta ilk defa biraraya geliyormuşcasına. Tamam bir zamanlar aranızda birşeyler yaşandı, sonra ayrı düştünüz falan filan.. Ne olmuş yani! Şimdi tekrar biraraya geldiniz, kendi safınızda hiç birşey olmamış gibi davranın, sizin dünyada hiçbir düşmanınız yok. Hayatı da hiçbir düşmanınız yokmuş gibi yaşayın.

“Seni seviyorum”a dönecek olursak... Bizim sorunumuz sevgimizi çok fazla ifade etme ihtiyacı duymak. Sevginizi çok fazla ifade etmeye başlarsanız, ifade edecek başka birşey kalmamaya başlar. Zaten herşeyi ifade ettim diye düşünmeye başlarsınız. İçi boşalmış bir hale döner. “Ne kadar güzelsin, seni çok seviyorum” diyebilirsiniz. Bunlar sadece kelimelerden ve düşüncelerden ibarettir. İçerde olan biten birşey yoktur çoğu zaman. Orada akan birşey yoktur, içtenlik yoktur. Karşıdakine bir fikir verme çabasıdır. Kelimeler bir kere ağızdan çıktı mı düşünceler artık mazileşmeye başlar. Kimseyi sevgiden dolayı sorumlu tutamazsınız. Sevgimden sorumluyum, bugün çok sevgi doluyum, yarın bu kadar sevgi dolu olamam, dün daha çok sevgi doluydum diyemezsiniz. Peki içerde olup biten ne? Bu benim içimde olan birşey, karşıdaki insan bundan sorumlu tutulamaz. Kişinin sadece ve sadece kendine odaklanması bir evrim niteliğindedir. Kalpteki ve zihindeki gereksiz yükleri kaldırdığınızda sevgi kendiliğinden daha fazla akmaya başlar. Bu sevgi ilahi sevgi olur. İçtenliğinizi içten yaşarsınız. Bunu karşıdaki insana ispat etmeye kalkışmak problem yaratır.
“Seni seviyorum”un ispata ihtiyacı yoktur. Bunu anlarlarsa anlarlar. Gerçek içtenlik kendi içinde zaten içten olduğunu hissetmektir. Bunu kanıtlamana yada içten olmaya ihtiyacın yoktur. Olduğundan daha içten olmana da imkan yoktur.

Sevgi çok fazla telafuz edildiğinde kısa ömürlü olmaya başlar. Onu bir tohum gibi toprağın altında tutup sürekli sulamanız gerekir. Bir insanı onu sevdiğinizden haberi olmayacak şekilde sevmelisiniz. Bunu bir sır olarak saklayın.  Peki sır olarak saklayacaksın da ne olacak? Sevgin meyvelerini hareketlerinde vermeye başlayacak. Defalarca “seni seviyorum” demek ise tam tersi yok edici olacak.

Aydınlanmış bilge bir insan kimseye “seni seviyorum” demez. Bunu ancak hissedersiniz. Her bakışta, her nefeste sevgiyi deneyimlersiniz. Mevcudiyeti bile sevgidir. Bu aydınlanmış sevgidir. Sevgi kelimelerden öteye geçmiş, maddeleşmiştir. Artık oturduğun yer bile senin sevginin titreşimleriyle doludur. Kanepe sevgiyi emer. Tüm canlılar tüm atmosfer sevgiyi çekmeye başlar.

Gerçek içtenlik zaten içinde içten olduğunu bilmek ve bu konuda rahat olmaktır. Ne başkalarını buna ikna etmeye nede kendinizi bir şekilde ifade etmeye ihtiyacanız vardır. Tohumun filizlenmesi için içerlerde bir yere gömülmesi gerekir. Ondan sonra filizlenmeye başlar.

2 şey gerçek olablir: biri ilgisizlik bir de sevgi. Birine karşı ya ilgisizsindir yada seviyorsundur. Sevginin pek çok lezzeti vardır. Öfkeli olduğunda da orda sevgi vardır. İlgisizlik atalettir, masa gibi. İçinizdeki ilgisizliği öldürdüğünüzde herşeyin ve herkesin birbirine bağlı olduğunu görürsünüz. Hepimiz içtenizdir.
Karşıdaki insanın size içtenlik duyma kaygısı sizin içtenliğinizi yok eder. Bu çok önemlidir. Peki ne yapmalıyız? Gülümseyip geçin. Onların kendi başlarına içten olmalarına izin verin.

“3 aydır beraberiz, bana bir kere bile sevdiğini söylemedin, oyun mu oynuyorsun benimle!” çok rastladığımız bir repliktir ve duracağı varsa da kaçar gider karşı taraf. Yada dokuz takla atar ne kadar içten olduğunu ve sevdiğini ispat etmek için. Dil üstüne dil döker. Halbuki buna ihtiyaç yoktur, onun hala yanında olması zaten yeteri kadar kanıttır. Fazlasını istemek, ispat istemek, ifade etmesini istemek nankörlüktür, bencilliktir, acizliktir. Onu olduğu gibi kabul etmemektir. Kendi içtenliğinizin yok olduğu andır.
Bazıları da ifade manyağı olurlar. O kadar çok kendini ve sevgisini ifade etme gereği dıuyarki karşısındakini bayar, usandırır, kaçırtır. Sevgideki çekicilik yok olur.

Karşı tarafın içtenliği? Bundan en ufak bir şüpheniz dahi olmasın. Karşı tarafın içtenliğinden şüphe, kaygı, merak duyduğunuz anda sizin içtenliğiniz yine yok olur. “Herkes beni seviyor” demeye başladığınız an, o anda orda sevginin s’si bile yoksa bir anda evrenden sevgi akmaya başlar. Sevginin sırrını ele geçirdiniz.

Biri gelip size kırıcı bir laf edebilir. Aslında kimse sizi incitemez. Sadece kendiniz yapabilir bunu. Gerçek içtenlik senden başka kimsenin varolmadığını görmektir. Yani karşındaki de senle BİR’dir. Senin bir parçandır aslında. Hepsi sensindir. Onla senin aranda fark gözetmediğin an gerçek içtenliğe ulaşırsın. Gerçek içtenlik tepkisizliktir.Tepki olduğu zaman, o yapılması gereken bir iş’e dönüşür.

Hepinize içten sevgilerimle...


Pozitif Düşünce Safsatası



positive
"Öğretilerin hepsinde bu var, “secret”da bu var, EFT’de, bilumum teknikde bu var. Sen ne diyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim. Herkes modern hayatın getirisi stresle başa çıkmanın yolunu bulmuş: Pozitif Düşünce. 

Negatif olan herşey sadece pozitif düşünerek pozitif olabilir mi? Pozitifi düşünerek negatifi yok etmek mümkün mü? Düşünmek tek başına yeterli mi peki? Sistem neye inanacağımızı, neyi öğreneceğimizi, neyin iyi olduğunu bizim yerimize belirliyor. Amerikan uydurması koca bir yalan. Uyanın!

Birisi çıkar bir fikir ortaya atar. Bu fikre bir dolu para verirsiniz. Fikri aldınız mı? Hayır. Ama almış gibi davranırsınız yoksa salak durumuna düşersiniz. Pozitif düşünce de bu fikirlerden birisi.

Pozitif düşünce insanları kandırmaktır. Negatif tarafları görmezden gelin! Görmezden gelmek onları alıp yok ediyor mu? Hayır. Kendinizi kandırıyorsunuz. Gece hala ordadır, gündüz için 8 saaat beklemek durumundasınız, 24 saat aydınlık yaşayamazsınız, gerçeği değiştiremezsiniz.

Bu konuda kitabı en çok satılanların kitap satılana dek çulsuz olduklarını biliyor muydunuz? Onları zengin yapan sizin bizim gibi kandırılmaya müsait insanlar. Napolean Hill, “Düşün ve Zengin Ol” kitabının yazarı. Kitabı satsın diye kitapçılarda müşterilerin önünü kesen bir çulsuz. Bir gün dükkandan içeri Henry Ford girmiş. Bulunmaz bir reklam fırsatı diyerek atlamış önüne. Kitabı tanıtmış ve almasını tavsiye etmiş. Henry Ford kitaba bile bakmadan sormuş:”Şahsi araban var mı? Arabanı nereye parkettin?”. Bizimki şaşırmış, hık mık, otobüsle geldiğini söylemiş. Henry’nin son sözü şu olmuş: ”O zaman düşün ve zengin ol, sonra çık karşıma!”. (Kitap sattıktan sonra gerçekten de çok zengin oldu ama zenginliği Henry’ninki yanında solda sıfır kalırdı.)

Pozitif felsefeye karşı mısın diye sorarsanız, evet karşıyım, ama aynı zamanda negatif felsefeye de karşıyım, çünkü her ikisi de diğerini inkar etmekle, görmezden gelmekle meşgul olan yarı-gerçekler. Ve yarı-gerçek her zaman tam bir yalandan daha tehlikelidir. Yalanın ortaya çıkması an meselesidir, ama yarı-gerçek insanı kandırabilir. Elektiriği sadece + kutupla yakamazsınız. Diğer kutba da ihtiyacınız var. İçlerinden birini görmezden gelemezsiniz. Yin ve Yang gibi. Hayat ikisine de muhtaç. Güle de dikenine de, geceye de gündüze de, mutluluğa da mutsuzluğa da.. Bunlar hep yan yana olacak, her zaman. Pozitif olanı alabilirsin ama negatif olanı asla yok edemezsin.

Pozitif düşünceyle mutlu olabilirsin ama mutluluk gelir geçer, tersi her zaman yanyana yer alır, mutsuzluk her an kapıyı çalmak için sırasını bekler. İçinde sevgi varsa pozitiftir ama nefret ortaya çıkmak için sırasını bekler.
Pozitife ulaşmak için negatifi attınız.. Pozitifi de atarsanız elinizde hiç birşey kalmaz. Bu hiçlik sizi aydınlanmaya götürür, burada zihin yoktur, düşünce yoktur.

Zihin mutludur, mutsuzdur, sakindir, sinirlidir.. hepsi düşünceyle alakalıdır, zihne aittir. Ama siz zihne ait değilsiniz. Zihnin ötesine geçtiğinizde aydınlanma başlar. “Ben zihnim değilim” dediğinizde özgürsünüzdür.
Pozitif düşünce nedir? Negatif bir düşünceniz vardır ve siz tutup pozitif düşünmeye çalışırsınız. Pozitif olsun, negatif olsun, bir düşünce halihazırda gelmiştir. Siz sadece bunu gözlemlersiniz ve çoktan gitmiştir bile. Lakin pozitif düşünmeye çalışarak gitmiş olanı geri çağırırsınız. Çağırdığın düşünceye sarılıverirsin. Negatif düşünceyi silebilmek için bunun üzerine pozitif düşünceyi zorla bindirmeye çalışırız. Ancak negatif düşünce öyle kolay kolay yok olup gitmez. Sadece daha derinlerde bir yerlere itilirler ve orda kalırlar. Ne kadar pozitif düşünceyi onun üzerine zorlarsanız, derinlere ittiğiniz negatif düşünce o kadar büyümeye başlar. Yüzeysel bir korku belirmeye yüz tutar. İşte bu safhada dualite ortaya çıkar, ruhsal çatışma başlar. Düşünceleri sadece düşünce olarak, duyguları sadece duygu olarak gözlemlemeye başladığınızda gerçek benliğinize ulaşırsınız. İçinizdeki tanrısal güce.

Zihniniz size oyunlar oynar. Mutsuzsanız bunun sorumlusu insanlar vardır. Dikkat edin, çünkü böyle bir durumda kurban durumundaysanız negatif düşünceyi bırakmanız söz konusu değildir. Negatif düşünce bu şekilde saklanacak bir yer bulur, sırasını bekler ve gitgide daha da büyür. Sinirlisindir. Zihnin seni kızdıracak birini işaret eder ve bu yüzden sinirlisindir. Bu doğru değil! Siz zaten sinirlenmek için apartta bekliyordunuz. Bunu ortaya çıkaran kişi ise size ancak iyilik yapmış olabilir. Negatifin açığa çıkması için...
Gözlemlemeyi küçümsemeyin. Düşünceler gelir, gelir, gelir ama gitmelidir de. Bırakın gitsin. Onlara takılıp kalmayın. Düşünceyi sadece ama sadece gözlemlemeyi başardığınızda negatif düşünce otomatik olarak düşer, pozitif düşünce ise kendiliğinden yükselir. Öfkelendiğinizde bu halinizi gözlemlerseniz öfke gider. Aşık olduğunuzda bunu gözlemlerseniz sevgi daha da büyür.

Peki negatif düşünceyi silmeye kalkmak onu daha da mı güçlendirir? Sadece gözlemleyip, bırak gitsin felsefesi yeterli mi? Bu kadar basit mi? Evet bu kadar basit ve üstelik en etkili ve tek yöntem. Gözlemleyin. Düşüncelerin gelişini ve gidişini, bir yenisinin gelişini, onun da gidişini gözlemleyin. Negatif düşünceler strese dayalı kaynaklanır. Büyük stres altındaysanız negatif düşünceler saldırmaya başlar ve hüsrana uğrarsınız.  Zaten gelmiş olan bu düşüncelerle uğraşmak yerine, ki bu faydasızdır, bu düşüncelerin çıktığı kaynağa yönelin. Kaynakda bir problem yoksa, bu sefer sadece pozitif olanlar gelmeye başlar. Peki yine de negatif olanlar gelirse? Gelsin canım, gözlemleyin sadece.. geldikleri gibi giderler!

Bana bazen siyasi görüşümü filan sorarlar, çok gülerim. Bir fikrim yada görüşüm olmadığını söylerim. Görüşünün olması o konu hakkında bir deneyimin olmasını gerektirir, bu deneyime sarılır ve başına gelen ve gelecek olan herşeyi bu deneyim üzerinden yorumlamaya başlarsın. Yeni bir deneyime yer yoktur. Zihnimi ayna gibi tutmaya çalışırım. Olduğu gibi görmeye ve bu şekilde yansıtmayı denerim. Aynadan o görüntü gittiğinde ise ayna durmaya devam eder. Olmaya çabaladığım “ben” buyum. İzlenim katmam.

Görüşler edindiğimiz izlenimlerdir. Bir kere başımızdan bir deneyim geçer, hatta tekrar eder, 4-5 defa bile aynı şeyi tekrarladığımız olur. İyi yada kötü deneyimlerdir bunlar. Hayatımızın geri kalanını bu deneyimler üzerinden yaşamaya başlarız, herşeyi ona göre yorumlarız, herşeye aynı gözlükten bakmaya başlarız. Öğrenemediğimiz yada öğretilmeyen ise saflığımızı ve masumiyetimizi korumaktır. Ancak bu şekilde zihinlerimiz sabit fikirlere sapmadan saf kalabilir. Olan biteni oldukları gibi görmeyi denersek, nesnel yada tamamiyle öznel olarak görmeyi başarırız.

Kafamızın gerisinde sürekli birşeyler konuşur. “Evet” der, “Hayır” der. Fikirler gelir gider. Bunlardan haberdar olur muyuz? Şimdi şu anda kafanızdan geçenleri gözlemleyin. Okuduklarınıza katılıyor yada katılmıyor olabilirsiniz. Yazı çekicidir yada çok kötüdür. Ne olduğu önemli değil. İçinizde olup bitenin farkındalığına vardınız mı önemli olan o.   

Pozitif düşünce nedir peki? Şirketin küçülmeye gideceğini duydunuz ve pozitif düşünmeye başlarsanız atılacak insanlardan biri olmayacağınıza inandınız. Bu pozitif düşünce değildir. Pozitif düşünce gelen kötü habere karşı  alacağınız eylem planıdır. Yeni bir CV mi hazırlarsınız, okuldaki eğitime geri mi dönersiniz, çocuğunuza vakit ayırmak için bulunmaz fırsat olarak mı görürsünüz sizin bileceğiniz iş. Ne olursa olsun, olan olmuştur. Bırakın gitsin. Önünüzdeki yeni hareket planlarını değerlendirin.

Herşeyin berbat olduğunu düşündüğünüz bir anda pozitif düşünmeniz gerçek duygularınızla bağdaşmaz. İçerde fırtınalar koparken yüzünüze gülen surat çizmeniz çok inandırıcı olmaz. Yapmanız gereken fırtınaya neden olan düşüncelere yol vermektir. Nedenlere inin. Neden insansa onu affedin, bırakın düşünceyle birlikte gitsin. İnsan yada hadise, zihninizde demir atmasın.

Hiç birşey yapmadan sadece pozitif düşünerek her istediğimi elde edebilir miyim? “secret” safsatasına göre evet. Ama gerçekte öyle değil. Ordaki gibi bir kolye hayal ettiğinizde, sokak  başından biri çıkıp al sana kolye demez. Kolyeyi elde etmenin tek yolu, kolyeyi elde etme fikrinden vazgeçmektir.

Pozitif düşünürsem bundan sonra başıma hiç kötü şey gelmeyecek! Başınıza kötü birşey geldiğinde, negatif düşündün ve Çekim Yasası sana bunu gönderdi derler. Pozitif düşündüğün halde geldiğinde ise yeterince inanmadın, kalpten istemedin de ondan derler. Ister pozitif düşün, ister negatif düşün başına her zaman birşeyler gelmeye devam edecek. İstediğin kadar pozitif düşün, dualite devreye girecek. Kendin için iyi birşeyler isterken, etrafındaki kişilerin başına gelenlere engel olamayacaksın. Bu da istediğin kadar “ben herşeye rağmen mutluyum” olumlamaları yap, seni mutsuz edebilecek. Yapman gereken tek şey düşünmemek, düşünce gelirse onu bırakmak, ona takılmamak, onun seni esir almasına izin vermemek.

Negatifi düşürüp pozitifi seçebilirsin ancak pozitifi de düşürmediğin sürece bilmelisin ki negatif köşede sırasını bekliyor olacak.

Ben Bir Deliyim

ben bir deliyim
Deli olmak işten bile değil!

Kimdir deli? Toplumun dediklerini yapmayan, kalabalığı takip etmeyen, kendi yolunu çizene deli diyoruz. Kimse deli olmak istemez. Hatta Allah yazdıysa bozsun gibi laflar ederiz. Deli olmaya karşı direniriz. Kim deli olmak istesin ki? Toplum içindeki tüm çaba, eğitim, kariyer bizi akıl irfan sahibi insanlar olalım diye, delirmeyelim diye yetiştirdi. Yani kalabalığın arasındaki, kalabalığı takip eden herhangi biri olalım diye.  Biri elini kaldırırsa biz de kaldıralım diye, ne için olduğu çok da önemli değil.

Elalem güler! Böyle bir inanış var. İnsanlar bir fıkrayı, espiriyi anlasın yada anlamasın güler. Sadece güler. Eğer sen gülmezsen delisindir. E sen de gülersin. Kimisi iki defa güler. Biri toplum için, diğeri de espiriyi anladığı zaman. Biri sadece bir defa güler, toplum için. Biri hiç gülmez, espiri nedir bilmediği için.

Deliler bu gezegeni terkettiği an bütün eğlencesi kaçacak bu dünyanın. TV kanalları kapanacak, acun macun kalmayacak. Deliler eğlencenin temel kaynağı. Özel ve farklı birşey yaparlar siz gülersiniz, alkış tutarsınız. Ancak etrafınızda aynı şekilde davranan birilerini görseniz onlara kızar ve deli muamelesi yaparsınız.
Deliler sizi güldürür. Sizi mutlu eder. Onlar sizin için olmazsa olmazdır. Tanrı bile ilim irfan sahibi, akıllı uslu insanlardan sıkılmıştır. O da delileri sever. Onun da çok normal olduğu söylenemezJ.

Yaradılış devam ediyor. Amaçsızca. Biri amacı olmayan anlamsız bir şey yapsa ona deli diyoruz. Herşeye bir neden, bir anlam yüklemeye çabalıyoruz. Ruyalarımızın bile yorumlarını yapmaya çalışıyoruz. Neden peki? Rüyanda uçtuysan, yarasa gördüysen, seni köpekler kovaladıysa nolmuş? “kıçın açıkta kalmış” der geçerdi büyüklerimiz. Kendini akıllı ilan eden herkes herşeyi anlamaya çalışır. Birşeyi yapmanın ancak mantıklı bir sebebi olmalı.

Deli birşeyi yapar ve ondan birşey beklemez. Yaptıklarının bir anlamı ve amacı yoktur. Biri acayip birşey söylediğinde “deli olma” deriz. Deli olmanın nesi kötü? Kalabalıktan ayrı durmanın, yalnız yürümenin, yalnız hareket etmenin, farklı hareket etmenin nesi kötü? Kalabalık ne isterse yapsın, ben sadece kendi istediğimi yaparım.

Evren çeşitliliklerle dolu. Gezegenleriyle, insanıyla, hayvanıyla, doğasıyla... Hiç kimse bir diğeriyle aynı değil. Herkesin kendine has bir özelliği var. İki parmak izi asla örtüşmüyor.

İşte deli de kendine has olanı yapıyor, diğerleri tarafından kabul edilmeyeni. Uzaylı olup dünyaya geldiğinizi farzedin. Olan o ki hem de futbol maçına denk geldiniz, stadın üzerindesiniz. 20 kişi bir topun peşinde koşturup duruyor. Birbirlerini düşürüp sert davranıyorlar. Topu filelere göndermeye çabalıyorlar. Her fileyi birer bekçi koruyor. Topun hangi fileye değdiği çok önemli. Binlerce kişi onlara bağırıp çağırıyor.  Neden bu bağırış çağırış? Topu alıp sadece fileye bıraksalar ya kardeş kardeş. Çok komik gelmez mi böyle bir şeyi seyretmek yukardan? 22 delinin oynayıp, 20bin delinin seyrettiği birşey. Oyun oyundur, çünkü aptalcadır. Oyunda bir anlam, amaç, rekabet aradığın an oyunu mahvedersin.

Biri size deli dediğinde sinirden delirirsinizJ halbuki büyük bir iltifattır bu. Özgürce hareket eden, özgür olan sizsinizdir. Özgürlüğü deneyimlemeyen biri deli olamaz. Tanrı da delileri sever. Akıllıların felsefesi ve yaptıkları planlar ona sıkıcı gelmeye başlamıştır. Kendi hakkında yazılan sayısız kitaptan da sıkılmış olmalı.
Bütün bir hayatı oyun haline getirmek sizin de elinizde. Oyundan kastım, amacı olmayan. Sadece oyna ve keyif al. İşte asıl ibadet budur, bir kutlayıştır bu. Tanrıyı kzıdıracak birşey yapman söz konusu bile değil. Seni her an cezalandırmak üzere, bir yanlış yapmanı bekleyen biri değil o. Onu yargılayan, cezalandıran, zalim bir karaktere dönüştürmek en büyük hata. Eğer birşeyi yapmanı istemese, zaten kesinlikle bunu yapamazdın emin ol.

Şimdiye dek olan biten herşey bir rüyaydı. Güldün, ağladın, sinirlendin, sevgi doldun.. Tanrıya göre tüm bu yaşadıkların çok eğlenceli idi. O seyrediyor. Hayat bir oyundan ibaret.

Yaşamaktan asla korkmayın, her zaman gerekli destek arkanızda.Yediğiniz her çimdik sizin iyiliğiniz için. Hayat yaşamaya değer, yoksa doğduğunuz andan itibaren birgün öleceğinizi bile bile yaşamazdınız değil mi? Bu dünyaya sadece fatura ve vergi ödemeye gelmediniz.

Gece gündüz deli gibi çalışıyorsunuz. Pardon burdaki deli çok çalışmak için kullanıldıJ Pazartesi sendromuyla başlayan hafta, Cuma’yı iple çekmekle bitiyor. Her gün aynı yorgunluk, ye, iç, yat, sabah yine kalk. Haftasonu aynı şeyler, aynı sorumluluklar, aynı gidilen yerler, buluşulan insanlar, dedikodular.
Kalabalıkla nasıl eğleneceğinizi anlatayım. Çok konuşmayan biriyim ama bu eğlenmemi engellemez. 5-6 kişi biraraya geldiğinde koyu sohbet başlar. Siyasetten konu açılır. Muhabbetin arasında araya bir futbol geyiği sokarım, muhabbet 180 derece değişir, konu futbola döner. En koyu kısmında havalardan bahsederim, konu yağmura, çamura, bozuk yollara döner. Çok büyük eğlenceJ

Tüm bilge kişiler birer delidir. Dünya yuvarlaktır dediğinde Galileo’yu deli diyerek asmaya kalktılar. Etrafımızda hayata dair herşey değişirken bizim içimizde değişmeyen tek şey tüm bunların farkında olmamızı sağlayan referans noktasıdır. Bu sizin siz oluşunuzdur. Bu hayatın kaynağıdır. Bu bilgeliktir.
Deli herzaman rahat, sakin, özgür ve mutludur. Sahip olduklarıyla ilgilenmez. Sahip olduklarınız sizi nereye taşıdı bir düşünün, siz mi onlara sahip oldunuz, onlar mı size?