Çok ciddi bir iddiada bulunmak üzereyim:
Tüm hastalıklarımızın asıl nedeni çok yemek yiyiyor olmamız.
Aşırı yemek yediğimiz zaman sindirim için daha çok enzime
ihtiyaç duyan mide çok yorgun düşer. Normalde bir mide max 250 gr yenilen
yemeği ilk 3-4 saat içinde anca hazmeder. Bu miktardaki yemeğin hazmı kalbi de
yormaz, kolaylıkla işini yapar. Bunun 2-3 katı miktar alındığında yemek ancak
kısmen hazmedilir ve fazlalıkların bir kısmının depolanması ve kalanının atılması için kalp 4-5 kat ekstra
çaba harcar. Bu esnada kalbin yanısıra sindirimden sorumlu tüm organlar
yorulur.
Batı özentisi kahveyle başlanan gün, serpme kahvaltılar, ağır öğle yemeği, arada içilen çaylar, neskafeler, türk kahveleri, kolalar, fantalar, yenen börekler, çörekler, kukiler, tatlılar, çiyzkekler, bravniler, donatılan akşam yemekleri (2-3 çeşit yemek, salata, cacık, hoşaf vb), üstüne yenen kavun-karpuz, bastırsın diye içilen çay, yanında yenen kuruyemişler, tv karşısında yenen çips mips zımbırtılar.. alkolleri mezeleri saymıyorum bile.. eminim atladığım da bir dolu şey var.. çöplük olduğunuzun ne zaman farkına varacaksınız?
Gençken sorun yok gibidir. Güçlü ve kanı bitli vücut,
hazım ve fazlalıkları dışarı atmada çok zorlanmaz. Ancak aşırı yemek bir
alışkanlık haline gelirse o zaman genç menç dinlemez. Daha az atılan ve daha
fazla depolanan fazlalıklar, yani atıklar kanla beraber vücutta dolaşmaya
başlar. Kan gittikçe ağırlaşır. Damarlarda biriken atıklar damarları tıkamaya
başlar. Damarlar ne kadar tıkalı olursa, kan akışı da o kadar az olacağı için,
hücreler de yeterince beslenememeye başlar.
Besinsiz kalan organlar “biz açız” diye bağırmaya başlar.
Beyin de bu slogana karşı iştahı açar ve insan evladı da daha çok yemeye
başlar. Yedikçe tıkanıklıklar artar. Tıkanıklık artıkça açlık da artar. Bu bir
döngüye dönüşür. Akabinde konsantrasyon sorunları, hafıza problemleri, düşünme,
anlama ve idrakta zorluk ve tabiki de hastalıklar ortaya çıkmaya başlar.
Bazıları bunun bedelini şişmanlık ve pek çok hastalıkla
öder.
Kimisi de “ben ne kadar çok yersem yiyeyim kilo milo
almıyorum” diye kendini matah birşey sanar ve şişmanlara göre avantajlı durumda
olduğunu düşünür. Durum öyle değildir. Şişmanlarda fazlalıklar, toksinler,
katkı maddeleri, ilaçlar vb yağ olarak depolanarak organları bir nebze de olsa koruma
gerçekleşir. Zayıflarda ise kana karışan tüm toksinler depolanma lüksü olmadan
bütün vücudu dolaşır. Beden bunları atmak için savunma mekanizması olarak bu
sefer terleme, kusma, ateşlenme, öksürük, boğaz enfeksiyonu, nezle, ishal gibi
yollara başvurur. Bu ağır işlemler organları yıpratarak ağrılar, sivilce,
enfeksiyon, tümör, kist genetik
mutasyonlara neden olan hastalıklar üretir. Genellikle sık hastalanan, zayıf ve
asabi tiplere dönüşürler.
Hastalığa neden olan en önemli şeylerden biri bir hazmın
gerçekleşmesini beklemeden defalarca üst üste yemek yenmesidir.
Bahsettiğimiz ilk hazmın gerçekleşmesi için 3-4 saat
gerekir. Bu esnada yenilen herhangi bir besin hazmı baltalar ve ek yük olarak
sil baştan bedene iş yaratır. Yemeğin ağırlığına göre 250gr’dan fazla yenmişse
bu hazım süresi 6 saate kadar uzar. Hazmolma süreci baltalandığında fazlalıklar
bu sefer çürümeye ve mayalanmaya yol açar. Bağırsaktaki mayalanma bu şekilde
başlar.
Günde 2 defa yemek insan için yeterlidir.
Birbirine ters olan yemekleri karıştırmak midenin de
aklını karıştırır. Zira mide vücudun matematik profesörüdür. Bedene besin
girdği zaman ona ne kadar asit ve mesai harcayacağını hesaplar. Bu yüzden
proteinle karbonhidratları karıştırmamak güzel bir örnektir. Aynı şekilde süt
ve balık, birbirinden farklı et türleri (tavukla kırmızı et, yada iki farklı
cinsin eti, koyunla dana gibi), birbirinden farklı yağ türleri gibi. Burda
dikkat edilmesi gereken nokta bunları parçalayabilmek için ihtiyaç duyulan
enzimlerin de birbirine zıt olmasıdır. Bu yüzden enzim karmaşası oluşur.
Enzimler birbirini yok eder, yada üretilemez, yenen yemek de hazmolmayıp çürüme
bölgesine gider. Bu nihai bölge bağırsaklardır. Vücüdün tüm pis işini ona
kaktırırlar.
Çürüme ve mayalanma sonucu oluşan toksik, zehirli ve
asitli oluşum bağırsakları yavaşlatarak genişlemesine ve bağırsak duvarlarında
yıllarca atılmadan durabilecek dışkısal atıklar oluşturur. Yanlış beslenmede
ısrar sonucu bağırsak gitgide ağırlaşır ve kabızlık ilk işaretlerden biridir.
Kanalizasyon borularından daha vahim hale dönen bağırsak duvarları tüm zehirli,
yağlı, asidik atıklar, toksinler, mantarlar, istenmeyen ne varsa onlarla
kaplanır. Bağırsaklarda devamlı gaz oluşur. Devamlı halsizlik, bitkinlik,
yorgunluk, uyku hali, çok uyuma, yaşama isteğinin ve hayattan tatmin olma
halinin azalması bu nedendendir.
Atıklar en nihayetinde bağırsaklardan göç ederek bütün
organlara ve hücrelere yayılmacı politika izler. Buna metastaz diyoruz. Bunun sonucu
belli başlı organlar hasta olmaya başlar. Lakin asıl kaynağın bağırsaktan
olduğunu idrak edemeyen tıp, organlara odaklanır ve gereksiz gördüklerini hemen
ameliyatla alma yoluna gider.
Damarları tıkayan bu göçseverler, organlarda, eklemlerde,
kemiklerde toplanır. Eklem ağrıları, kemik erimesi vb problemlerin en büyük
sebebi burda yatar. Tabi tıkanan damarlar yüzünden organlar yine “açız” diye
bağırır.
Yeme içme sıralaması
- Proteinler midede hazmı en uzun olandır
- Tatlılar ve meyveler bağırsağa en hızlı geçer
- Su ise midede vücut ısısına ulaşır ulaşmaz
bağırsağa geçer
Bu yüzden sıralama önce su, sonra tatlı yada meyve
(birlikte asla değil), en son salata ve yemek. Yani hazmı en zor olan her zaman
en sona saklanır.
Bu yüzden uzak doğuda hafif ve sulu olan, ağır ve kuru
olandan her zaman önce yenir. Bizde de önden çorba içilmesi buna uygundur ama
bu neredeyse unutulmaya yüz tutmaya başlandı, özelikle de fastfoodçu yeni nesil
tarafından.
Yemekten sonra su içince, su bağırsağa ulaşamayacağı için
midenin genişlemesine neden olur. Mide asidi sulanacağı için verimli iş
göremez. Hazım uzar. Yemek esnasında su içince de çiğneme gerçekleşemez. Besinleri
gerektiği kadar çiğnememek mide, bağırsak ve dalağa zarar verir. Ve tabi mide
asidini de yine sulandırmış olur.
Suyu yemekten 1-2 saat sonra içmek gerekir. Bu esnada mideye
hazmı için vakit tanınmış olur.
Özellikle sabeze ve meyveleri çiğ yemenin mantığı,
bunların güneşten aldıkları D vitaminidir. Çiğ yenen besinler daha çok vitamin
ve enerji doludur ve hazmı kolaydır. Pişince güneşten aldığı enerji ve kendi
vitaminleri buhar olup gider. Kendi suyunu kaybeden sebzenin hacmi azalır,
zaten bunu pişerken gözle görürsünüz, içerdiği minerallerin ise oranı artar. Bu
da vücutta yine kalıntılara neden olur. Kalıntılar da damar sertleşmesine, kas
ve organlarda sıkıntıya yol açar.
Yemek piştikten hemen sonra ılımaya bırakılarak
yenmelidir. Beklemiş yemekte mikroplar oluşur ve yemeğin yapısını değiştirir.
Tekrar ısıtılan her yemekte yeni kimyasal bağlar oluşur ve aslında özü de tadı
da değişir. Pek çok Türk erkeğinin aynı yemeği ertesi gün yememekteki ısrarı
aslında doğrudur. Yemekler günlük ve yiyebileceğiniz miktarda hemen tüketilmek
üzere yapılmalıdır, dolapta stoklanıp günlerce yeme amaçlı değil.
Peki az önce çiğnemekten bahsettik.
Çiğnemek
Lamaların aksine ağızdaki tükürük son deerce elzem rol
oynar. Hazım tükürükle başlar. Çünkü tükürükler bol enzim içerir ve bu enzimler
karbonhidrat, protein ve asitlerin parçalanmasını sağlar. Tükürük aynı zamanda
besin ağza girdiğinde besin hakkında bilgi toplar ve kimyasal yapısını beyne
yollar. Beyin de gerekli analizi yaparak hazım için gerekli programı yaratır.
Mide de ne kadar asit salgılayacağını bu bilgi doğrultusunda hesaplar. Besin
çiğnenmeden yada az çiğnenerek mideye gönderilirse mide bu kütlesel parçaları
hazmedemez ve yine çürüme meydana gelir.
Ordan yine bağırsak duvarlarına yapışır ve kanalizasyona dönme süreci
başlar.
Bağırsaktaki kanalizasyonlaşma kandaki akyuvar miktarını
artırır. Bağışıklık sisteminin aklı karışır ve bu duruma karşı koruma programı
geliştirir. Ateş yükseltir, kalp atışı yükselir, dolaşım hızlanır, ısınan kanda
dokuları temizlemekle görevli mikroplar artar, bunların amacı zehri ve
toksinleri eritmektir, eriyen bu zararlı atıklardan bademcikler şişerek ve
iltihaplanarak, öksürük, nezle, terleme, alerji ve sivilcelerle kurtulmaya
çalışır. Hemen geçirmeye çalıştığımız bu belirtiler aslında vücudun sağlıklı savunma
mekanizmasıdır. Ama hemen ateşi
düşürmeye, bademcikleri aldırmaya, antibiyotik kullanmaya can atarız.
Taze sebze ve meyvelerin lifleri, çekirdekleri ve
kabukları bağırsaktaki yararlı mikropların miktarını artırır.
Bu yüzden besinleri 15-20 kez çiğnemeli ve un ufak edip
öyle yutmalıyız. Bu sayede:
- ·
Daha kolay hazım
- ·
Yemekten maksimum fayda (enerji. Vitamin)
- ·
Sindirim organlarının işini kolaylaştırma
- ·
Çok daha az insülin
- ·
Diyabet, kanser vb karşı koruma
- ·
Bağımlılıklardan kurtulma
- ·
Zayıflama yada formu koruma gerçekleşir.
Hazım
Ilk hazım mideden bağırsağa geçerek tamamlanır. Besinler
emilir.
İkinci hazım karaciğerde devam eder. Vücut bağırsaklardaki
atıkları parçalayarak geri dönüşüm mantığı ile vücut için faydalı hale getirmek
için onlardan vitamin, şeker, yağ, ve protein üretir. Toksik maddeleri ise
bir an önce dışarı atmaya çalışır.
Antibiyotik kullandığınızda, vücuttaki mikroplarla
birlikte bağırsaklardaki doğal faydalı mikroplar da öldürülür. Bunlardan
boşalan yeri fungus, kandida, mantar vb zararlı mikroplar alır.
Atıklar ve toksinler çoğaldıkça karaciğerin kanı zehirden
arındırması zorlaşır. Vücudu korumak adına karaciğer kendini feda ederek
bunları kendi üzerinde depolar ve bir süre sonra yağlanarak, büyümeye
başlayarak hasta olur. Kanı da artık yeteri kadar temizleyemez. Kolesterol yükselir.
Ağırlaşan ve yavaşlayan kanı hızlandırmak ve atıkları atmak için kalp daha çok
çalışır ve tansiyon yükselir.
Tansiyon ilacı aldığınızda damarlar zorla genişler,
dolaşım yavaşlar, pis ve ağır kan damar duvarlarında birikmeye başlar, kılcal
damarları tıkar. Hücrelere yeteri kadar besin gitmemeye başlar. Atıklar bu
sefer hücrelerde birikmeye başlar. Yine besinsiz kalan hücreler ve organlar “açız”
diye bağırır.
Ve döngü devam eder.
Döngüden kurtulmanın en temel yolu hazım süreçlerine
uymak, az yemek, kan grubuna göre beslenmek ve aralıklı oruçlar tutmaktır.