19 Mayıs 2016 Perşembe

Enerji Vampirleri

Daha önceki yazılarımızda çöp kamyonu benzetmesi ile insanların gelip gidip çöplerini nasıl size boşalttığına değinmiştik. Şikâyeti olan, derdi olan, sıkıntısı olan, dedikodusu olan yana yakıla koşarak gelir ve içindeki her şeyi üzerinize kusmaya başlar. Bazen sadece yanınızda olmaları da yeter onlara. Her ikisinde de büyük bir rahatlama yaşarlar. Ancak bu onlara sizin enerjinizden beslenme hakkı ya da enerjinizi emme hakkı vermez. Sizin de buna karşı savunma kalkanlarınızı indirmiş olmanız gerekir.

Eğitim verdiğim öğrencilerden bazıları ara sıra bu şekilde arayarak dertlerini benimle paylaşmak isterler. Daha anlatmaya başlamadan onlara dediğim şudur: “Kusura bakma. Eminim anlatacakların senin için çok önemli ama benim için değil. Çöpünü bana boşaltmana izin veremem. İstersen beraber öğrendiğimiz teknikleri uygulayarak nefes çalışması yapabiliriz. İstersen meditasyon yaparız. İstersen geçmişi temizleme çalışması yapar, çakralarını dengeleriz. İstersen Çigong yaparız. Tüm bunlar seni içinde bulunduğun beta durumdan alfaya taşımakta işe yarar. Sana ancak bu şekilde yardımım dokunabilir. Öğretiler sadece öğrenmek için değil, bizzat en gerektiği zamanda uygulamak içindir.”
Gelelim bu enerji vampirlerine. Etrafınızda öyle insanlar vardır ki, onların yanında kanınız çekilmiş gibi hissedersiniz. Kimisi çok konuşur, kimisi hiperaktiftir, kimisi kötümserin, kimisi de Polyanna’nın önde gidenidir, ama bir şekilde onların yanında kendinizi bitkin, depresif, halsiz, tükenmiş filan hissedersiniz. Telefonda bile konuşsanız, konuşma bittiğinde bitkin halde bulursunuz kendinizi.
Enerji vampirleri kendi enerjilerini üretmek yerine başkalarının enerjilerinden beslenirler. Parazit gibidirler. Günün sonunda kazanan onlar, kaybeden siz olursunuz. Onlar sizinle olan beraberliklerinden dolayı kendini daha iyi hissederken siz bombok hissedersiniz.
Elbet buna çare var. Her şey enerjiden ibaretse, enerjinizin efendisi de sizlersiniz. Bedeninizde ve auranızın etrafında akan enerjinin sadece kendi sınırları içinde kalmasını sağlarsanız; ne enerjiniz dış güç tarafından çalınabilecek, ne de dışarıdan içeriye bir sızıntı olacaktır.
Eski Çin efsanelerinde erkekleri baştan çıkararak onların en kuvvetli cinsel enerjilerini çalarak kendi ölümsüzlüğünü pekiştiren cadılardan (huli jing) bahsedilir. Bunun dışında işin karanlık tarafında yer alıp insanların enerjileriyle oynayan enerji ustaları da vardır. Buna bazılarımız büyü de diyebilir. Bizler buna Negatif Çigong diyoruz. Enerjinin bütünün hayrına değil, kişinin zararına kullanımına yönelik olduğu için.
Normal insanlarda ise, birinin enerjinizi emmesi için enerji ustası olması gerekmez. Sürekli aynı ortamı paylaştığınız insanlardan sürekli olumsuz düşüncelere sahip olan, sürekli hasta ve problemli insanlar varsa, onlar da enerjinizi sömürmek için ordadır. Bunların çoğunda kasıt yoktur.
Enerji vampirlerini savurmanın türlü yolu vardır. Bunlardan en güçlü olanı meditasyonun kendisidir. Meditasyon esnasında ya da özel olarak tekrarlanan şifa tonlamaları ve mantraların da gücü inanılmazdır. Evinizdeki en sevimli dostlarınız kediler bile sizi istenmeyen güçlerden koruyacak tılsımlara sahiptir. Çigong çalışmalarında biz bunu yin-yang dengesini kurarak başarıyoruz. Her çalışmanın sonunda yaptığımız temizlik ve arınma hareketleri ise üzerimize kazara yapışmış bedenli bedensiz tüm varlıkların istenmeyen enerjilerinden bizleri arındırıyor. Yaptığımız ve ustalaştığımız Çi toplarını kodlayarak ve onlara çeşitli renkler vererek koruma ve şifa amaçlı kullanabiliyoruz. Bu şekilde psişik enerji kalkanları yaratabiliyoruz. Yine Çi enerjisi ve topları sayesinde sadece şimdiki değil, geçmişteki enerji kalıntılarını da temizleyebiliyor, kendimize şifa kazandırabiliyoruz.
Çigong’un ileri tekniklerinde karşındaki insanı Çi enerjisi ile etkisiz hale getirmenin yolları öğretilir. Bunun için Neikung, Çigong ve meditasyonda ileri derecede ustalaşmanız gerekir. Ancak bunu yaptıktan sonra bile etkisiz hale getirdiğiniz kişiye şifa verip onu tekrar ayağa kaldıracak olan kişi sizsinizdir. Bu yüzden herhangi bir güç beraberinde büyük sorumluluklar getirir. Bu da bir yin-yang dengesidir.
Üzerinize yapıştığını hissetiğiniz istenmeyen enerjilerin ya da bedensiz varlıkların tek bir beslenme kaynağı vardır, o da sizin korkularınızdır. Korku ve korkunun türevleri olan negatif ne varsa onların besin kaynağıdır.
Bu tavsiyem pek çok enerji ustasını kızdıracaktır ancak kendinizi işinin ehli olduğundan emin olmadığınız insanların eline yok çakra açmak için, yok inisiye olmak için, şunun bunun için bırakmayın. Çakranızı kendiniz açabilir ve dengeleyebilirsiniz. Birinin başka birini inisiye etmesi ise batı uydurmacasıdır. Parayı bastırırsın, telefondan bile inisiye eder; üçüncü, beşinci seviyelere yükseltir seni. İşinin ehli olmayan kişilerin üzerinizde yaptığı bilinçsiz çalışmalar ve sizin buna izin vermeniz sonucu açılan kapılardan, aynı bilgisayar korsanlarının yaptığı gibi içeriye nelerin sızacağı hiç belli olmaz. Bedeninizde belli başlı yerlere, özellikle de kuyruk sokumu gibi yerlere yapışarak sizden beslenmeye ve bazen sizi yönetmeye başlarlar.
Çocukları üzerinde sürekli baskı kuran, onları küçük düşürüp travmalara neden olan, korku ve otorite yaratan ebeveynler de birer enerji vampiridir. Bunu öğretmenler öğrencileri üzerinde, eşler ve dostlar birbirleri üzerinde de çoğu zaman uygular. Doktorların hastaları üzerinde, politikacıların ya da din adamlarının onlara inananlar üzerinde yaptığı da budur.
Kadınlar erkeklere göre daha vampirdir. Kadınlar erkeklerin enerjisini emer demiyorum; kızmayın :) Kadın, kadının enerjisini çoğu zaman daha çok emiyor. Spiritüel açıdan gelişimi olmayan çoğu kadın enerji yaymak yerine emmeyi tercih eder. Erkeklerin çoğu kadınlara göre daha rahat ve vurdumduymaz olduklarından onların vampirlikleri daha zayıftır.
Peki, insanlar enerjiyi birbirinden nasıl çalıyor?
İlki korku ve korkunun türevleri, özellikle de baskı ve şiddet. İkincisi ise pohpohlama, baştan çıkarma, kışkırtma, gaz verme gibi şeyler… Her ikisinde de amaç kişinin dengesini bozmaktır. Biz buna yin-yang dengesinin bozulması diyoruz. Çoğu vampir ikisini çok güzel bir şekilde birleştirerek kullanır.
Çi enerjisi bedenimizde normal ve kusursuz akışını yaparken, vampirin müdahalesi ile bu akış bozulur. Bu meridyenlerin ve çakraların da dengesini bozar. Bu yüzden enerji içerde kalmayı beceremeyip dışa çıkmaya ve vampir tarafından emilmeye başlar. Vampirler genelde iki kişinin orantısız güç dengesinden doğar. Biri diğerine göre daha güçlü, daha deneyimli, daha otoriter ise vampir olan genelde odur. Vampir şekilden şekle girerek istediğini elde eder. Gerektiğinde ağlar sızlar, gerektiğinde şirin olur, gerektiğinde çok hassas olur. O anda durum neyi gerektiriyorsa o role bürünür.
Vampir araç gereçleri
Kelimeler: genelde karşı tarafı alaşağı etmenin en etkili yoludur. Yine yukarda bahsi geçen pohpohlama, yıkama yağlama işleri için de birebirdir. Kelimelerle korkutabilir, endişe yaratabilir, taciz edebilir, tahrik edebilir, gerçekleri saptırabilir, kandırabilirsiniz. Bu şekilde karşı tarafın enerjisiyle kolaylıkla oynayabilirsiniz. Bu da sizi başarılı bir vampir yapar.
Ana babalar çocuklarına karşı seslerini yükseltirler, onları sebepsiz yere eleştirirler, baskı altında tutarlar; başka türleri ise tam tersi aşırı el üstünde tutar, ne isterse yapar, sürekli yüceltirler. Bu ikincisi iyi niyetle bile yapılmış olsa karşı tarafın enerji alanının dokunulmazlığının ihlalidir.
Doktorlar, öğretmenler, politikacılar, din adamları ve satışçılar manipüle eden kelimelerle enerjinizle oynarlar.
Davranışlar: beden ile yapılır. Seksi bir duruş çok şey değiştirebilir. Mimikler, suratın aldığı şekiller, bakışlar, yürüyüşünüz, duruşunuz, hatta ufak bir gülümseyiş enerji vampirliği için yeterlidir.
Giysi: insanlar giydikleri cübbelerin altında kimlik sahibi olmaya alıştıklarından, pek çok insan da bir diğerinin giydiği üniformadan etkilenerek enerjisini kaptırmaya meyilli duruma gelir. Bir doktorun giydiği kıyafet hastayı hemen teslimiyetçi konuma sokar. Bir asker ya da polis üniforması sizi itaat etmeye sürükler. Kravatlı takım elbise ast üst ilişkisini belirler. Seksi giysiler, merak uyandıran dekolteler erkeklerin enerjisini alaşağı etmeye yeter. Giysinin rengi, şeffaflığı, dokusu, kat yerleri, markası gibi şeyler bile enerji üzerinde etkili rol oynar.
Saçınızın stili, rengi, makyajınız, kirli sakal, kısa saç, boy pos endam gibi daha pek çok faktör araç gereçlerin içinde yer alır.
Enerjinizin çalındığını nasıl anlarsınız?
Enerjinizi bozan herhangi bir his, o anda enerjinizin çalındığına işaret olabilir. Mesela alışveriş merkezlerine, barlara ya da kumarhanelere girdiğinizde aşırı yorgunluk, tükenmişlik hali hissedersiniz. Çünkü tüm bu yerler enerjinizi emmek üzere inşa edilmiştir.  Amaç oralara paranızı bırakmanızdır, hem de en hızlı şekilde.
Travmalar enerji vampirleri ya da kurbanları yaratır.
İnsanlar hayatlarını genellikle yaşadıkları deneyimlere göre kurarlar. Bu tip insanlar kurban rolüne en yatkın tiplerdir. Bunların enerjisini sömürmek çok kolaydır. Ya da sözde bu acınacak halleriyle senin benim enerjimizi emerler. Geçmişi şifalandırıp travmalarını iyileştirenler ise artık başkalarının enerjilerini sömürme ihtiyacı duymazlar ya da kendi enerjilerinin emilmesine artık izin vermezler.
İnsanın kendisini Tanrı’dan ayırt ettiği ya da diğerleriyle BİR olduğunu idrak etmesine engel olan tek şey deneyimleri ya da travmalarıdır.
Sevgi koşulsuz sunulduğunda vampirliğin tam zıddıdır, ama koşullu sunulduğunda işin içinde beklentiler vardır, planlar vardır, fedakârlığın içinde kâr amacı vardır. O zaman bu tarz sözde sevgiler vampirliğe hizmet etmeye başlar. Karşı tarafın enerji alanının dokunulmazlığı ihlal edilir. Bencillikle sevgi birbirine karışır. İlk fırsatta sizi aldatmaya meyilli bir tip olarak yarattığınız karşı taraf, enerjisini emmeyen kişiyi tercih eder hale gelir. Kimisi bu alma verme işini o kadar kabullenir ki, onun için vampire hizmet etmek çok yüce bir görev halini alır. Hatta ondan (emilmekten) beslenir hale gelir.  Belki gönüllü olarak sunulan enerji çalınan enerjiden iyidir kim bilir.

21 Nisan 2016 Perşembe

Renklerin Frekansı

Bizim, dünyanın, sesin, kokuların derken renklerin frekansına geldik.
Pek çoğunuzun bildiği gibi spirütüel öğretilerde renklerin hatırı sayılır bir önemi var. Çakraların, meridyenlerin, 5 elementin, ellerimizde oluşturduğumuz Çi enerjisinin kendine has renkleri var. Tüm bu renkler kendine has titreşimler yaymaktadır.
Yazılarımızda hep her şeyin enerji ve titreşimlerden ibaret olduğunu yazdık. Bahsi geçen bu enerji ışık hızında yer alan bir enerji ve hızla hareket ederken de değişik frekanslarda yol alıyor. İnsan gözü ise belli bir frekans aralığını görebiliyor ki bu da 400 nm ile 700 nm arası (kırmızıdan mora). Her canlının ise görüş frekansı ayrıdır. Örneğin kuşlar ve böcekler bizim göremediğimiz ultraviyole (morötesi) rengini görebilirler.  Hatırlarsanız daha önce algılarda da bunu işlemiştik. Hani sineğin algı hızıyla bizim algı hızımız ve kaplumbağanın algı hızı arasındaki farklara değinmiştik.
Farklı renkleri görebilme becerimiz farklı titreşimleri ayırt edebilmemizden kaynaklanıyor.
Her ne kadar bazı renklerin diğer renklerden daha yüksek titreşimleri olsa da (mor kırmızıdan daha yüksek mesela), sizin ihtiyaç duyduğunuz anda doğru rengi seçebilmeniz önem taşır. Bu da size hangi renkte giyinmenizde, odanızı hangi renge boyayacağınızda, mevsimsel yiyecek seçimlerinde yardımcı olur. Örneğin mavi bir gömlek giydiğinizde yapacağınız sunum iletişim için daha doğru titreşimler yayar. Bunun tam tersi siyah giyinirseniz istemediğiniz bir ortamda diğer insanların negatif enerjilerini kendinizden uzak tutarsınız.  Odanızı sarıya veya kavuniçiye boyamayın derler. Nedeni, mide çakrasını titreştirdiği için kilo almanıza neden olmasıdır. Mesela beyaz ışık imgeleyerek şifa gücünüzü artırırsınız.
Titreşimler aynı zamanda hafızayla da alakalıdır. Aynı suda olduğu gibi renklerin de hafızası vardır. Bazı insanların belli renkteki yiyeceklere ya da cisimlere alerjisi olması geçmişte yaşadığı bir travmayı temsil etmesiyle alakalı olabilir. Örneğin küçükken tacize uğrayan birinin tam bu esnada göz göze geldiği tavan rengi, onun hayatı boyunca korkacağı bir renk travması yaratabilir. Bu yüzden o renkteki yiyeceklerden bile uzak durabilir. Bunun nedeni aynı titreşimlerin tekrarlanmasıdır. Size mutluluk hissini tekrarlatan, sizi o güzel anlara tekrar taşıyan renkler de olabilir. İlle de pembe, kırmızı gibi renkler olmak zorunda da değil.
Renklerin içinde bir tarih yatar. Herkesin hayatı boyunca kendi dünyasında yarattığı renkler olacaktır. Bu renkler sosyal hayatınıza ve modunuza göre sürekli değişkenlik taşıyacaktır. Modumuz kendi aura rengimizi değiştireceği gibi, hangi moddaysak ona göre etrafımızdaki renkleri algılama şeklimiz de değişir.
Her şey titreştiği anda dışarıya enerji yayar ve dışarıdan bunu algılamanın pek çok yolu vardır. Renk de bunlardan biridir; çünkü titreşimler renk olarak açığa çıkabilir. Aura görebilen insanlar, ya da bu amaçla icat edilmiş cihazlar sizin o andaki titreşimlerinize göre değişken auranızı görebilir. Bunu hayvanlar ve bebek yaştaki çocuklar doğal olarak yaparlar. Sürekli gittiğim çay bahçesinde sürüyle sokak köpeği vardır. Hepsi yüzlerce insanın gün boyu gelip gittiği yerde miskin miskin yatar. Derken yüz kişinin içinde bir kişi vardır ki o daha çay bahçesine gelmeden hepsi birden onu görünce havlamaya ve saldırı moduna geçmeye başlar. O insan, o anda ne titreşimler yayıyor da hayvanlar sezgileriyle bunu anlıyor bilemeyiz, ama masum biri olmadığından şüphe duyabiliriz.
Sesle başlayıp termal ısı dalgalarıyla yol alan enerji ısındıkça kızılötesindeki (infrared) radyant ısı dalgalarına dönüşerek gözle görülebilir bir ışık spektrumuna dönüşür. Bu spektrumdaki renklerin saniyedeki titreşimleri ise:
Kırmızı – 15 trilyon
Kavuniçi – 20 trilyon
Sarı – 28 trilyon
Yeşil – 35 trilyon
Mavi – 50 trilyon
İndigo – 60 trilyon
Mor – 75 trilyon
Bu 7 değişken titreşim, gözle görülebilen ışık spekrumunu oluşturur. Bunun ötesinde gözle görülemeyen ultraviyole titreşimleri yer alır. Bunu radyoaktif çalışmalar, x-ray, röntgen gibi şeyler takip eder.
Kırmızının uyarıcı titreşimleri vardır. Kanı çağrıştırması açısından genelde rahatsız edici şekilde halk dilinde yer alır. Sarı güneşi çağrıştırdığı için sevinç ve neşeyi; yeşil doğa titreşimleriyle huzur ve sakinliği; mavi gökyüzü ile melankolik titreşimleri çeker.
Her renk, sahip olduğu dalga boyuna göre, kendine has özel titreşimler yayar. Bu titreşimler sahip oldukları hız, yön ve frekansa göre ilgili sinirleri uyarırlar.
Kırmızı: Bloke olmuş enerjinin aktif hale getirilmesi, canlandırılması, kuvvetlendirilmesini ve serbest bırakılmasını, ve kollajen üretimini hızlandırır. En uzun dalgaboyuna sahiptir ve en derinlere nüfuz eder. Römatoid artirit, karaciğer uyarıcı, pigmentasyon ve dolaşımda şifa amaçlı kullanılır. 650-780 nm titreşimleriyle kök çakrayı temsil eder.
Kavuniçi: Kırmızıdan biraz daha nazikçe hareket eder. Enerjiyi adım adım oluşturur, kilitleri açar ve neşe saçar. Bu rengi sevenler daha dışa dönüktür ve yaratıcıdır. Dalak, kuru ciltler, sinüsler, kas sarkmalarında şifa amaçlı kullanılır. Dalağı ve yemeyi temsil eder. 570-650 nm – sakral çakra
Sarı: Güçlendirici özelliğe sahiptir. Sinirleri güçlendirir, mide gazı, egzama, lenf drenajı, cilt problemleri, aşırı yorgunluk gibi durumlarda kullanılır. 510-700nm – solar plexus…
Yeşil: Dengeler, sakinleştirir, fiziksel ve zihinsel dengeyi kurar, derin huzur ve dinginlik sağlar. Akne tedavisinde, kalp ve kalp kası, yanıklar, morluklar ve pigmentasyon için kullanılır. 475-510nm – kalp…
Mavi: İltihap gidericidir. Önleme ve kontrol etmede etkilidir. Uyku problemlerinde, güneş yanıklarında, diş rahatsızlıklarında, kaşıntılarda, larenjit gibi durumlarda kullanılır. Hiperaktif durumları kontrol altına alır. 445-475nm – boğaz…
İndigo: Konsantrasyonu artırır.  Detoks etkisi vardır. Sakinleştiricidir. Lenfatik sistemi güçlendirir, kasları dengeler, kanamayı durdurur, damarları büzer, yüksek seviyede titreşim yayar; gözler, kulaklar, burun, sinüsler, boğaz, ciğerler ve migren üzerinde etkilidir. 400-445nm – alın…
Mor: İlham verici, enerjiyi daha üst titreşimlere taşıyan, ruhsal çalışmaları güçlendiren, sinirleri gevşeten, ağrıları dindiren özelliğe sahiptir. Sinir ağrılarında, lenf drenajı, akne tedavisi, kas gevşetici, romatizma ve siyatik tedavisinde, iltihap giderici olarak kullanılır.


Renk Terapisi ya da kromaterapi eski Mısırlılara dek dayanan bir geçmişe sahip. Avrupa’da pek çok ülkede alternatif terapinin içinde yer almış durumda. Belki bir başka yazıda da bundan  bahsederiz.
Renkli günler sizin olsun.
Ersin İpek

30 Mart 2016 Çarşamba

Kokuların Frekansı

Şimdiye dek titreşimlerden bahsederken daha çok ses ve müzik üzerine yoğunlaştık. Halbuki var olan her şeyin bir titreşimi var. Buna kokular da dahil.
Cansız sandığımız maddeler bile var oldukları sürece yaşayan varlıklardır. Bu yüzden de var olan her şey birbiriyle bağlantılı ve etkileşim halindedir. Tüm varlıkların kendine has yaşam enerjisi yani Çi’si vardır ve enerji sürekli hareket halindedir. Hareket halindeki enerjinin ölçüm birimi Hertz’dir (Hz).
Doğadaki her şey titreşir. Peki titreşim nedir? Vücudunuz ve etrafınızdaki her şey trilyonlarca minik hücrelerden oluşur. Bunlar sürekli kendi yörüngelerinde daireler çizerler ve hareket halindedirler. Bu esnada da etrafa bir titreşim enerjisi yayarlar. Enerjinin titreşimi her zamankinden daha sık atmaya başlarsa, frekansı da artar.
Sesler bizi etkileyen titreşimlere sahiptir. Peki ya kokular? Yanınızdan hoş kokulu biri geçtiği zaman, bir tütsü yaktığınız zaman, buhur yaptığınızda, hoş kokulu bir şampuan ya da sabunla yıkandığınızda, hiçbir koku sürünmediği halde bebeğinizi kokladığınızda nasıl etkilendiğinizi düşünün. Ya da tam tersi, bir çöpün yanından geçerken, otobüste ayakta giderken yanınızdakinin tam da koltukaltına denk geldiğinizde, havasız bir ortamda, hele böyle bir ortamda biri acımasızca gaz çıkarmışsa bunun sizde nasıl negatif titreşimler yarattığını hatırlayın.
Bitkisel yağların titreşimleri megahertz (MHz) olarak ölçülür. Saniyede bir milyon kez döngü yapar, ki bu elektrik hızından da fazladır. Aydınlanma, şifa ya da meditasyon çalışmalarında titreşimlerimizi artırmak için kokulardan faydalanabiliriz.
Örneğin en güçlü kokulardan biri olan gül kokusunun 320 MHz frekansı vardır. Tüm kokular içinde en fazla titreşim yayan gül, sevgiyi, saflığı, sadeliği, BİR olmayı, beden-zihin-ruh bütünlüğünü simgeler. Evrende sevgiden daha güçlü bir şey yoktur. Sevginin frekansı en etkili şifa gücüne sahiptir. Bu yüzden sevgiyi temsil etmesi açısından insanlar birbirine gül almayı tercih ederler.
İnsanların ve gıdaların biyo-frekanslarını ölçmek artık mümkün.  Bruce Tainio ve Gary Young adlı iki biliminsanı bunu gerçekleştiren bir alet icat ettiler ve bu sayede hastalıklarla frekanslar arasındaki bağlantıyı kurmayı başardılar.
Aynı şekilde Dr. Royal Rife tüm hastalıkların kendine has frekansı olduğunu ispatlayarak frekans jeneratörü adında bir alet icat etti. Belli bir frekans uygulandığında kanserli hücrelerin öleceğini ve organların ve hücrelerin olması gereken frekansa getirildiğinde tekrar iyileşeceğini savundu.
Buna göre:
Sağlıklı insan beyni: 71-90 MHz
Sağlıklı insan bedeni: 62-68 MHz
Üşütünce: 58 MHz
Mantar enfeksiyonu: 55 MHz
Kanser: 42 MHz
Ölüm döşeği: 25 MHz
İşlenmiş market gıdası:  0 MHz
Taze ürün: 10-15 MHz
Kurutulmuş bitkisel gıda: 12-22 MHz
Taze bitkiler: 20-27 MHz
Tedavi edici esanslar/bitkisel yağlar: 52-320 MHz

Bütün yağlar aynı titreşim gücüne sahip değildir. Tedavi edici güce sahip en fazla titreşime sahip olan yağ 320 Mhz olarak ölçülmüştür. Yani saniyede 320 milyon döngü!  Frekanslar 3 sahada incelenebilir:
  1. Düşük frekanslı yağlar – fiziksel değişim
  2. Orta frekanslı yağlar – duygusal değişim
  3. Yüksek frekanslı yağlar – ruhani gelişim ve farkındalık
Peki ülkemizde mevcut olan bazı yağların frekanslarına bakalım:
Gül: 320 MHz
Altın Otu: 181 MHz
Günlük/Buhur: 147 MHz
Lavanta: 118 MHz
Solucan otu: 105 MHz
Sarı papatya: 105 MHz
Melisa: 102 MHz
Ardıç: 98 MHz
Turunçgiller: 91 MHz
Melek otu: 85 MHz
Nane: 78 MHz
Fesleğen: 52 MHz
Peki bunlar üzerinde nasıl çalışmalar yapılmış? Deneklerden birinin eline dumanı tüten kahve bardağı tutuşturulmuş ve deneğin frekansı 3 saniye içinde 58 MHz’e düşmüş. Elinden kahve alınıp bitkisel yağlardan biri tutuşturulduğunda ise frekansı 21 saniye içinde tekrar 66 MHz’e çıkmış. Başka bir denek ise kahveyi tutmakla kalmamış bir yudum da tadına bakmış. 3 saniye içinde onun da frekansı 52 MHz’e düşüvermiş. Bu deneğe hiçbir bitkisel yağ koklatılmamış ve deneğin normal yaşantısına devam ederek tekrar başlangıç noktası olan 66 MHz’e ulaşması 3 gün sürmüş!
Yağların titreşimsel gücü herhangi bir gıdanın ya da bitkinin titreşimsel gücünden çok daha fazladır. Ayak altına sürülen bitkisel bir yağın tüm vücudu dolanıp en tepeye ulaşması sadece 1 dakika tutar. Bu yüzden kocakarı ilacı olarak ayak altınaVicks sürüp yatmak boşuna değildir. Yağların etkisi inanılmazdır. Bileğim çatladığında ve ayak bileğimin tendonları yırtıldığında aylarca alçı ve yürümeme yasağı getiren doktorlara inat sarı kantaron yağı ile 20 günde kendi kendimi iyileştirdiğimi hatırlıyorum.
Gül yağını ve lavanta yağını meditasyonlarda ve şifa seanslarında kullanıyorum. Hem şifayı uygulayan ben, hem de şifayı alan öğrencilerim çok çabuk alfa ve üzeri frekanslara ulaşıyoruz. Ellerimizin arasındaki Çi enerjisinin gücü daha da artıyor. Yağlardaki rahatlatıcı frekans beyindeki gereksiz çöpleri egale edip, rahatlamasına yardımcı oluyor ve odaklanmayı artırıyor.
Ortalama frekansı organlarınızdaki frekansa yakın bir yağı kullandığınızda, hasta olan organınızı iyileştirme şansınız çok yüksek. Gülün frekansı organlarımızın frekanslarından çok daha fazladır. Titreşimlerin  Mucizevi Gücü  yazımızda bunları paylaşmıştık. 320 MHz ayarında çalışan bir organ olmadığı için gül, doğrudan beyni muhatap alıyor; çünkü beyin 70-78 MHz arasında bir titreşime sahip. Dolayısıyla gül yağı doğrudan beyin hücrelerini iyileştiriyor ve beyin de ilgili organlara gerekli ayarı çekiyor. Nane yağının 78 MHz olması ise beynin titreşimlerine daha yakın olması açısından yine etkili bir sonuç sağlıyor. Lavantanın 59 MHz’lik titreşimleri ise neredeyse tüm organlara hitap edebilecek oranda, bu yüzden kendisine “evrensel yağ” adı konulmuştur. Düzenli lavanta yağı koklamak yüksek tansiyon, endişe, stres, depresyon, panik atak, yağlı cilt, yanık, kulak ağrısı, vertigo, öksürük gibi rahatsızlıklarda çok etkili sonuç verir.  Nane yağı sinüzit, baş ağrısı, yorgunluk, astım tedavisinde; sedir ağacının yağı artrit, sistit, stres, saç kaybı, tüberküloz, bel soğukluğu, bronşit tedavilerinin yanı sıra böcek kaçırıcı olarak; günlük yağı yukarıdakilere ek olarak alejilerde, bağışıklığı güçlendirmede ve kanser tedavisinde kullanılmaktadır.
Bitkisel yağların en güzel yanı, bedenimizdeki toksinlerden ve olumsuz duygulardan farklı titreşimlere sahip olup onlarla özdeşleşmemeleridir. Bu sayede toksinlerden ve olumsuz duygulardan çabucak kurtulmamıza yardımcı olurlar. Kimi zaman da bilinçaltında yatan gizli ve su yüzüne çıkmayı bekleyen travmalarla yüzleşmemizi sağlayarak onlardan kurtulmamızı sağlarlar.
Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, artık marketlere kadar inmiş bitkisel yağlardır. Sentetik ve ekstratlardan yapay olarak üretilen yağların frekansları, doğal ve zahmetli yollarla üretilen yağların frekanslarına kıyasla yok denecek kadar azdır.
Hoş kokulu, şifa dolu, bol titreşimli günler sizin olsun…

29 Şubat 2016 Pazartesi

Dünyanın Frekansı

Önceki yazılarımızda her şeyin, ama her şeyin, enerjiden ibaret olduğunu ve kendine has bir frekansı ve titreşimleri olduğundan bahsetmiştik. Öyleyse, üzerinde yaşayan her şeyin titreşimleri olduğuna göre, dünyanın da kendine has bir titreşimi olsa gerek. Evet, var; buna Schuman Rezonansı da deniyor. Bu Batılı biliminsanlarının verdiği isim. Halbuki elin Çinlisi bunu asırlardır dile getiriyor.
Atomlar an ve ana dair her şeyle titreşimlerini uyumlama halindedir. Negatif yüklü dünyamız (buna Yin enerjisi diyoruz) ile pozitif yüklü evrenle (buna iyonosfer diyoruz, aynı zamanda Yang enerjisi) sürekli bir elektriksel iletişim söz konusudur.
Dünyadan gelen Yin enerjisini, evrendeki Yang enerjisiyle uyum içinde taşıyan tek canlı ise insandır. Bunu ise bedenimizdeYin-Yang dengesini kurarak başarabiliriz. Elbette bu herkesin harcı değildir. Ancak ve ancak nefes teknikleri, meditasyon ve Çigong gibi beden-zihin-ruh bütünlüğü çerçevesinde çalışan öğretilerle mümkündür.
Çin’deki ustalarımın anlattığına göre insanlar öldüklerinde ruhları Yin olarak dolaşırmış. Dünyayı seyahatleri esnasında, tanıdıkları tüm insanları ziyaret ederlermiş. Onlar hakkında her türlü anıyı detayına kadar hatırlarlarmış. Çocuğunun nasıl büyüdüğünü, ilk yürümeye başlamasını, ilk öpücüğü vs… Hatırlayamadıkları tek şey ise onları sevmenin nasıl bir şey olduğu imiş. Bunu başarabilen tek ruh ise daha ölmeden önce bu hayattayken Yin-Yang dengesini kurmayı başararak bu hayatla vedalaşabilen ruhlarmış. Yine filmlerde ve büyük ustaların hikâyelerinde, hep “Ölen ustam akşam beni ziyaret etti, kulağımı çekti, şunu bunu nasihat etti, sonra kayboldu” gibi cümleler duyarız. Yin-Yang dengesini kurmayı başarmış olarak göçen ruhların istedikleri an tekrar bu dünyada bedenlenme lüksleri olduğu söylenir. Bu yüzden alınan öğreti ne olursa olsun, bir dövüş sanatında ne kadar usta, ne kadar güçlü ve yenilmez olursanız olun, Yin-Yang dengesini kurmayı başaramamışsanız ve yeterince meditasyon yapmamışsanız, asıl hocaların gözünde değeriniz koca bir sıfırdır (bakınız, Man of Tai Chi-Keanu Reeves). Bunlara benzer hikâyeleri Java Büyücüsü adlı kitapta da bulabilirsiniz.
Peki, seyrettiğimiz filmlerde, ister Beşinci Element (Bruce Willis), ister G.O.R.A ve A.R.O.G olsun, aşağıdan yukarı çıkan ve beş döngüyle isimlendirilen enerjileri hatırlayalım. Bunlar filmdeki gibi gözle görülmese de, gerçekte var olan ve Yin’den Yang’a yol alan enerji dalgaları. Bu enerjilerin kimisi pozitif, kimisi negatif, kimisi de nötr olabiliyor. Enerjinin negatif olarak yukarı çıkması, tam olay mahallinde bulunan bizleri ve mekânlarımızı acayip etkiliyor. Mesela ağzıyla kuş tutsa bile para yapmayan mekânlar bir bir kapanır ve taşınır. Yerine gelen de orda tutunamaz. Uğursuz diye adı çıkar. Ev vardır; orada kavga dövüş, ayrılıklar, boşanmalar, hastalıklar, hatta intiharlar eksik olmaz. Ona da uğursuz der çıkarız işin içinden. Hiç bunu enerji yönünden düşünmeyiz. Elin Çinlisi bunu asırlardır düşünüp, mekânlarını yaparken ya da yaptıktan sonra hep bu enerjileri en ince ayrıntısına kadar inceler. Tapınakların yerleri, özel mekanların, özellikle de ruhsal yerlerin enerjileri özel olarak elden geçirilir. Bu bilim dalına Batıda şu anda Jeomansi (ya da Jeomanti) deniyor. Mekanın enerjisi duru görüyle (Çi ustası tarafından) ya da belli aletler kullanılarak tespit ediliyor ve negatif enerji bloke edilerek yukarı çıkması engelleniyor ve o andan itibaren mekanın enerjisinde gözle görülür bir değişim başlıyor. Tabii bunu ticari amaçla yapan pek çok biliminsanı da var. Kim onlara kızabilir ki?

Dünyanın tüm biliminsanları tarafından kabul edilmiş ferakansı 7.83 Hz’dir. Buna dünyanın kalp atışı da denmektedir.Dr. Anker Mueller adındaki başka bir biliminsanı daha derinlerine inip dünyanın frekansının insan beyni ile aynı attığını bulmuştur. Herbert König ise Schuman rezonansının beyin ritmleri ile tam uyumunu ispatlamıştır.  Beyindeki EEG değerleri incelenerek bu ritimlerin doğadaki Schuman ritimleriyle Alfa seviyesinde uyum sağladığı görülmüş. Bu yüzdendir ki, nefes teknikleri ve meditasyon sayesinde beyin dalgalarımızı Alfa konumuna taşımayı hedefleriz.
Dusseldorf Ünivesitesi’nde yapılan araştırmalarda, bu ritmin kasten bozulduğu, yani beyin frekansının doğadaki frekanstan şaştırıldığı deneylerde,  deneklerde  fiziksel hastalıklar ve zihinsel bozukluklar oluşmaya başlamış. Bu da doğayla BİRolamama sorunumuza parmak basıyor aslında.
Yine okulda gönüllü öğrenciler 4 hafta boyunca tam yalıtımlı bir sığınakta doğadan izole bir şekilde yaşamışlar. Öğrencilerin günlük ritimlerinde şaşmalar olmuş ve hepsi migren ve baş ağrılarıyla duygusal stres yaşamaya başlamışlar. Genç oldukları için ciddi bir fiziksel soruna rastlanmamış ve ortamda gençler yerine yaşlıların ya da hastaların olması halinde bunun kaçınılmaz olduğuna inanmışlar. İnanılmaz olan ise, aynı ortama Schuman rezonansı verilmeye başlanınca tüm öğrenciler beliren sorunlardan kurtulmuş ve sağlıklarına geri kavuşmuş.
Bizler üzerinde yaşadığımız doğa ana ile tam bir bütünlük içindeyiz. Bu bütünlüğün bozulması halinde hastalıklar, mutsuzluklar, kavgalar, savaşlar, kaos kaçınılmaz hale geliyor. Bu bütünlüğü bozmak içinse sistem var gücüyle çalışıyor.
Doğa anayla ritmimizi nasıl senkronize edeceğiz?
Çıkarın ayakkabıları, çorapları! Basın toprağa, çimene… Bu çimen o lüks konutların sonradan doldurulma suni çimenleri olmasın. Gerçek doğaya gidin. Ağaçlarında kuşlar cıvıldasın. Toprağı kazıdığınızda solucanlar çıksın. Ayakların toprağa değmesine biz topraklanma yöntemi diyoruz. Bunu yapan istisnasız herkes bütün negatif enerjisinden anında kurtulmaya başlar, stresini toprağa atar, topraktan ise en güzel enerjileri almaya başlar. Ağaç Duruşu Meditasyonu bu yüzden tüm meditasyonlar içinde en değerlisidir. Gerçek Yin-Yang dengesini kuran bir tekniktir. Sahiden de bir ağaç gibi durduğunuz ve kollarınızı açtığınız  vakit, kollarınız Çi enerjisiyle dolar ve ağacın doğadan aldığı tüm bilgelik de size akmaya başlar.
Eski insanlar vakitlerinin büyük bir bölümünü üretim yaparak doğada geçirirmiş. Temiz havasını alır, toprakla haşır neşir olur, bir ağacın altında kestirir, çimlerde koşar, yuvarlanır, nehirlerinde yüzermiş. Şimdi o insanın üzerine kocaman bir kurumsal bina ve apartmanlar konmuş. Florasan ışığında akşam olduğunu sadece saate bakarak anlayarak çalışan, sadece klimadan çıkan mikroplu havayı soluyan, ayaklarında yalıtımı en kuvvetli ayakkabılarla gezen, her yere arabasıyla giden, onda da klimayı her şekilde kökleyen, asansör, yürüyen merdiven derken hayatında günde 100 metre bile yürümeyen insanlar türedi. Bunların bırakın doğayla aynı titreşime geçmesini, doğa kavramını tamamen unutmasından korkuyorum.
Binlerce, milyonlarca ağaç katlediliyor. Sular yok ediliyor. Hayvanların doğada hiçbir hakkı yok. Kendini bile sevmeyen insan müsveddesi, doğaya savaş açmış durumda. Ağaçtı, ottu, böcekti, hayvandı, umurunda değil. İşi gücü rant ve rengi yeşil olan doğa değil para. Onlara Yiğit Özgür’ün aşağıdaki karikatürünü hediye ederek yazımı bitiriyorum.

6 Ocak 2016 Çarşamba

Titreşimlerin Mucizevi Gücü

Bu yazı geçen sayıdaki Titreş ve Kendine Gel yazısının devamı niteliğindedir.
Peki titreşip nasıl kendime geleceğim?
Her iki elime de kablonun birer ucunu alıp kısa devre yaparak mı? Karadeniz havasıyla oynasam uyar mı? Sibirya’ya gidip titreye titreye titreşsem?  Amerikan polislerinin kullandığı güvenlik aletinden alıp ara sıra kendi üzerimde denesem?
Titreşimlerinizin efendisi olmanın pek çok yolu var. Titreşmeye giden yol ise ENERJİ’nin yatak odasından geçiyor. Her şey enerji! Ve her şey enerjiden maddeye, maddeden ise enerjiye dönüşüyor.
Aynada gördüğünüz ya da gördüğünüzü sandığınız beden, enerjinin maddeleşmiş hali ve bir yanılsamadan, beyninizin yarattığı bir imgelemeden ibaret. Aslına bakarsanız siz hiç yoksunuz!
Meksika Körfezi’nde ses dalgalarıyla yapılan bir çalışmada, körfezin pis suyunun 1 günde büyük ölçüde temizlendiği, yunusların tekrar geldiği ve balıkların çoğaldığı görülmüştür. Bu çalışmayı gerçekleştiren Japon biliminsanının yaptığı deneyi ayrıntılarıyla anlatarak sizleri bayma niyetim yok. Ancak bu ve benzeri deneyler, maddenin hücresel bazda titreşimlerden ve bu titreşimleri yaratan duygulardan nasıl etkilendiğini açık şekilde yansıtıyor. Aynı durum hepimizin BİRolması durumuyla ve titreşimlerin nerede olursa olsun aynı frekansa uyumlanmsıyla da alakalı.
Çok uçuk bir örnek vereyim. Pataloji örneği için biyopsi oldunuz ve alınan parça İstanbul’dan Ankara’ya gönderildi. Pataloji için gönderilen parçaya kanser teşhisi konuldu ve bu parça yaşatılmak üzere bir solüsyonun içine konuldu. Dikkat! Parça kanserli ve solüsyonun içinde. Siz parça Ankara’ya gönderilir gönderilmez bir takım enerji çalışmalarıyla şifa kazanmaya başladınız. Ve mucize o ki, bir hafta on gün içinde de kanserinizi yendiniz. Dönüyoruz Ankara’ya. Solüsyonun içindeki DNA da mucizevi şekilde şekil değiştirmiş ve o da iyileşmiş. Bu örnek her şeyin birbiriyle bağlantısını çok süper açıklıyor.Titreşimler mesafe dinlemeksizin etkisini gösteriyor. Bir bütünden aynı DNA’ya sahip iki parça, aralarındaki mesafe ne kadar yakın ya da uzak olursa olsun, üzerlerinde yapılan titreşimsel deneylerden aynı ölçüde etkileniyor. Yani buradaki moleküllere küfür ederseniz, uzaktaki moleküller de üzülüp yapısını değiştiriyor. Ya da tam tersi, güzel sözler söylediğinizde onlar da güzel bir yapıya bürünüyor.
Bizler şifa çalışması yaparken, birbirinin simetriği olan çift olan organlar üzerinde çalışırken, şifaya hep önce iyi olan organdan başlarız. Her şeyin bir titreşimi ve frekansı olduğu gibi organların ve hücrelerin de titreşimleri vardır. Bu yüzden önce iyi olan organdan başlarız ve onun titreşimlerini olması gereken frekansa getirdiğinizde, hasta olan (daha doğrusu biz hasta lafını kullanmak yerine, frekansı bozuk olan diyoruz) organ da kopyala yapıştır mantığı, aynı frekansa kendini uyumlamak için kıskanç bir tavır sergileyecek ve hızlı bir şekilde iyileşme başlayacaktır.
Örneğin organların her birinin ayrı bir frekansı vardır:
337 Hz: Kan dolaşımı
537 Hz: Endokrin sistemi (büyüme, gelişme, cinsellik, metabolizma ile alakalı hormonsal denge)
625 Hz: Böbrek fonksiyonları
635 Hz: Hipofiz bezi (pituary)
654 Hz: Pankreas
662 Hz: Epifiz bezi (pineal)
696 Hz: Kalp
751 Hz: Karaciğer
763 Hz: Tiroid
764 Hz: Sinir sistemi
835 Hz: Bağışıklık sistemi
1335 Hz: Adrenalin
528 Hz frekansı tüm evrene şifa verecek kapasitede mucizevi titreşimlere sahiptir. DNA onarıcı gücü vardır. 396 Hzkorkulardan arınmamıza, 417 Hz değişime ayak uydurmaya, 741 Hz farkındalığın artmasına ve uyanışa geçmemize, 582 Hzruhumuzla bağlantıya geçmeye yarar.
Organların bu özel frekanslara uyumlanmaları Çigong (Qigong) vb. öğretilerde sesle şifa tonlamaları çalışmaları yaparak sağlanıyor. Bunlar mantra tarzı uzun ve tüm içtenliğimizle çıkardığımız güçlü sesler. Bu seslerin tireşimlerinin ne kadar etkili olduğu ise aldığınız nefes tekniklerine bağlı, zira titreşimlerin ana kaynağını Çi enerjisi oluşturuyor ve Çi enerjisi de beden içinde nefes sayesinde depolanıyor. Çigong’da şifa tonlaması yapabilmek için ileri düzeyde nefes teknikleri öğretiyoruz. Bu nefes tekniğine vakıf olanlar tonlamayı en etkili şekilde yapabiliyor ve hücreler maksimum titreşimle olması gereken frekansa uyumlanıyor.
Peki, hâlâ titreşip kendine gelme olayına açıklık getiremedik sanki…
Duygularınız ve düşünceleriniz titreşimlerinizi gün boyu etkileyecek güce sahip. Korku ve korkunun türevleri olanendişekaygıöfke gibi duygularla bir anda nefes alış verişiniz değişir ve tüm bedeniniz farklı bir frekansta titreşmeye başlar. Bunu organlar bazında incelerseniz, duygularınızla alakalı organın titreşimi bundan en çok nasibini alan yer olduğunu görürsünüz. Yani öfkelendiğiniz zaman bir anda karaciğerinizin ve safra kesenizin frekans ayarları şaşar. Endişe ve kaygılar mide asidinin tavan yapmasına yol açar. Neden? Çünkü frekansı değişmiştir. Ani üzüntü akciğerlerin, aşırı heyecan kalbin titreşimleriyle oynar.
Hücrelere mikroskop altında baktığınız o lise ve üniversite zamanlarını hatırlayın. Nasıl her birinin kalp gibi attığını, büyüyüp küçüldüğünü, yani titreştiğini… Hepsi sürekli ama sürekli titreşme halindedir. Kimisi bir diğerinden daha hızlı ya da daha yavaş titreşir ama bu titreşim mekanik yapı olan bedeni ayakta tutan tek şeydir. Herhangi bir şekilde bu titreşimlerde bir blokaj yaşandığında, hücreler atması gereken frekansta titreşemediğinde, o bölgede mekanizma meme yapar, su kaynatır, devri düşer ya da balataları yakarsınız. Ne zaman titreşimleri olması gereken frekansa geri çekersiniz, o zaman hastalık mastalık, hiçbir şey kalmaz. Bu kadar basittir aslında şifa verme.
Gün içinde birlikte çalıştığınız insanlarla, toplantılarda, ya da her hangi bir ortamda zıvanadan çıktığınız anlar olur. Öfkeden deliye dönersiniz. İşte o an sizin Beta’ya düştüğünüz andır. (bakınız: Alfa In, Beta Out). Hemen “Şu anda nasıl nefes alıyorum?” diyerek nefesinize odaklanmalı ve beden titreşimlerinizi Alfa’ya çekmelisiniz. Bu sizin tüm hal ve tavırlarınızı, mucizevi bir şekilde, anında değiştirecektir. Tüm fevri davranışları, öfkeyle kalkıp zararla oturmaları, gereksiz şiddeti önleyecektir. Kaldı ki, sizin düzene soktuğunuz titreşimler etrafınızı da etkileyecek ve tüm toplantının kaderini değiştiren, çözüm bulucu insan siz olacaksınız.
Aşağıdaki videoda titreşimlerin gücünü ve bütünün titreşimlere nasıl uyumlandığını hayretle izleyeceksiniz:

Aynı bu videodaki gibi hücreler de ayrı telden titreşirken, gönderdiğiniz şifa tonlamasıyla bir anda bütün hücreler bir süre sonra aynı telden çalmaya başlar. Orkestrada tüm aletlerin rastgele çaldığını düşünün. Kulaklarınızı tıkarsınız.  Ama hepsi orkestra şefine uyar ve ahenk içinde çalmaya başlarsa güzel bir dinletiye dönüşür. Aynı şey insan ilişkilerinde de geçerlidir. Herkesin ayrı telden çaldığı, hep bir ağızdan konuşulan, stresli, gergin bir toplantı düşünün. İçinizden birinin titreşimlerini daha güçlü bir seviyeye çekmesiyle toplantıdaki diğer herkes de aynı frekansa uyumlanacaktır. Bu başlı başına liderlik eğitimi olabilecek kurumsal bir çalışma bile olabilir. Liderlerin peşinden kitlelerin gitmesi de böyle bir şeydir.
Peki, suyun titreşimleri var, hatta hafızası bile olduğu kanıtlandı. Bizim de büyük bir yüzdemiz sudan ibaret olduğu için, aynı şey bizler için de geçerli. Biz de bize söylenen güzel ya da kötü sözlerden etkileniyoruz. Biz de bedenimizi kodlayıp programlayabiliyoruz. Eğer frekans ayarlarınızı doğru tutturursanız, bu sizi her şeyi yapabilir güce ulaştırır. Peki, su bir madde. O da enerjinin maddeleşmiş hali ve üzerinde oynanıp deneyler yapılabilecek en gözde örneklerden biri. Peki, başka maddeler madde değil mi canım? Enerjinin maddeye dönüşmüş tüm halleri aynı su gibi titreşimlere sahiptir. Masa bacağı, taş, cam, ayna deyip geçmeyin. Sabit duruyor olmaları yaşamıyor ya da titreşmiyor olmalarını gerektirmez. Onlar da birer enerji ve onların da titreşimleri var.  Doğaüstü güçleri olan bazı insanların maddelerin hafızalarını okuyabildikleri söylenir. Bunlar yurtdışında kriminal olaylarda kullanılır. Örneğin evin içinde bir cinayet gerçekleşmişse o evin içindeki herhangi bir cismin frekanslarından cinayeti kimin işlediğine ulaşmak mümkün. Dejavu filmi gibi. Günlük hayatımızda etrafımızdaki tüm maddeler için geçerlidir bu durum. Arabanıza sürekli küfreder, sürekli onu değiştirip daha iyisini almanın laflarını ederseniz, o da sizi hep yarı yolda bırakır. Okunuza güzel sözler söylerseniz gidip hedefi tam on ikiden vurur. Bitkilerin de canları ve titreşimleri vardır. Güzel sözler söylenen çiçekler coştukça coşar. Önemsenmeyen, kötü sözler söylenen çiçekler bir çırpıda çürüyerek solarlar.
İçtiğiniz suyu kodlayarak, enerji çalışmaları ile Çi katarak ve şifa tonlamaları ile titreşimlerini değiştirerek şifalı bir su haline getirebilirsiniz. Annenizden harfi harfine aldığı tarifi evinde uygulamasına rağmen aynı lezzeti bir türlü tutturamayan komşunun derdi budur. Anne yemeğinin içinde sevgi titreşimleri vardır. O yemeğin frekans ayarları komşununkiyle farklıdır.
İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir. Betadan çıkıp titreşim kalitenizi artırdığınızda bir takım doğaüstü denilen (aslında gayet de doğanın bir parçası olan) yeteneklere erişirsiniz. 500’e ulaştığınızda şifa gücünüz artar; 800’de medyumik; 1000’de telepatik; 10.000‘de astral seyahat becerileriniz artar. Titreşimlerimiz düşük frekans ayarında olduğu içindir ki, etrafımızda sadece benzer frekans ayarındaki maddeleri görme ve algılama ile sınırlıyız. Lucyfilmini seyrettiyseniz, araba hızlandıkça takip etmede zorlanırsınız, bir süre sonra araba önünüzden o kadar hızlı geçer ki, araba sizin için yoktur, adeta görünmezdir ama aslında vardır, sadece sizin algılamanız (frekans ayarlarınız) onu görmeye yetmemektedir. Titreşimlerin artan bir seviyeye ulaşması, sizi gözle görülemeyen bedensiz varlıklarla iletişime bile hazır hale getirir. Bu her ne kadar ürkütücü gibi gelse de kulağa, bu yetiyi kullanarak günlük hayatta 1-0 önde olan pek çok insan vardır.
Titreşimleriniz ilişkilerinizi de etkiler. Çok yakın olduğunuz bir arkadaşınızla bakarsınız ki artık görüşmez olmuşsunuz. Bunun nedeni artık ikinizin ayrı titreşimlerde atmanızdandır.  Yaşam tarzınız, hayata bakış açınız, deneyimleriniz, aldığınız öğretiler, hatta beslenmeniz bile titreşimlerinizi değiştirmiş olabilir. Beraberliklerin çoğu bu şekilde biter. Bu da bir çeşit şifa edinmedir aslında. Çiftler birbirlerini özgür bırakmak ve azat etmek yerine bunu mesele haline getirirler.
Titreşimlerinizi beta seviyesinden daha yüksek seviyelere taşıdığınızda artık sezgilerinizle, kalbinizle, iç sesinizle vekarnınızdaki ikinci beyin ile (bakınız: Çigong ve Karnımızdaki İkinci Beyin) hareket etmeye başlarsınız. O zaman beyin denen zararlı mekanizmayı devre dışı bırakarak her istediğinizi sevgi ile yapar hale gelirsiniz.
Titreşimlerinizi korku, öfke, endişe, kaygı gibi düşük titreşim ayarlarından, frekans ayarı en yüksek olan sevgi titreşimlerine yükselttiğinizde, titreşip kendinize gelmiş oluyorsunuz. O zaman bolluk, bereket, sevgi, aşk, başarı ve daha ne beklentiniz varsa teker teker gerçekleşmeye başlıyor. Bunların içinde takıntı haline getirdiğiniz beklentilerden ise kurtulup kendinizi o duygulardan özgürleştirmiş oluyorsunuz.
Kendi titreşim ayarlarınızın, kendi frekansınızın efendisi olduğunuzda ise bireysel devriminizi gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Sevgiyle titreşin…
Ersin İpek