Birine duyduğunuz kızgınlık yada kırgınlık hızlı bir şekilde herkese karşı duyduğunuz hislere dönüşüverir.
Kırgınlıkları, kini, nefreti, içimizdeki düşmanı, kendimize olan sevgisizliği yenmemiz gerekiyor.
Diğer insanları zihninizde idam etmeye başladığınızda önsezileriniz hızla zarar görmeye başlar. Zira önseziler özgür olmayı ister. Esaret altında rahat çalışamaz ve çoğalamaz. Siz kin ve nefret içinde yüzerken o bir kenara sığınır ve kendini güvene almak adına kendi kendini hapseder. İçinizde barındırdığınız ve bunda inat ettiğiniz her duygu sizinle yol almaya devam edecek ve yol üzerinde bunlara yeni yol arkadaşları eklenmeye devam edecektir. Bu negatif duygulara çöp dersek bu çöpleri zaman zaman boşaltmanız gereken yerler ve durumlar olacaktır. Eğer çöpünü boşaltma ihtiyacı duyan birine denk gelirseniz hemen oradan uzaklaşın ya da nötr olun. Zira onun çöpüne çöple karşılık verirseniz çöp değiş tokuşu yaparsınız.En iyisi kimse çöp biriktirmeyi alışkanlık haline getirmesin (çöp kamyonu teorisi). Çöpleri hiç biriktirmemenin yolu ise affetmekten geçiyor. Önce kendinizi. Sonra herkesi ve her şeyi. Geçmişinizi, ki geleceğinize ve sevgiye yer açabilesiniz. Sotede saklanan sezgilerinize özgürlüğünü tattırabilesiniz..
Morgan Freeman’a sormuşlar ırkçılığı filan nasıl durduracağız diye. Verdiği cevap çok basit: “Bunlar hakkında artık konuşmayarak!”
Bir itirafta bulunayım. Bu benim cehaletim de olabilir ama iyi ki de öyle olmuş. Yakın zamana dek kim Kürt, kim Alevi, kim Yahudi bilmezdim. Bunlar hakkında bilgi sahibi olmamı maalesef medya sağladı. Eminim ki benim gibi pek çok kimse de bilmeden mutlu mesut yaşıyordu. Ne zaman ki bu konular hakkında konuşulmaya başlandı ayrımcılık işte o zaman başladı. Kimsenin umurunda olmayan farklılıklar ki ben buna zenginlik diyorum, artık birbirine batar hale getirilmeye çalışıldı. Üstelik bu konuda başarılı da olundu.
Şimdi son zamanların haberlerine bir göz atalım. Bu arada ben haberleri seyretmemek için televizyonumu köydeki bir ağabeyimize hediye ettim. Evde televizyonum yok. Ama maalesef sosyal medya televizyonu aratmıyor. Mecburen haberdar oluyorum. Arkadaşlarım beni bazen suçluyorlar, gündemi nasıl takip etmezsin filan diye. Kardeşim gündemi yaratan da, neye sinir olup olmayacağımızı belirleyen de sistem. Herkes bir şeyin peşinde koşuyor. Kimse kimseyi dinlemeden sadece kendi fikrini söylemenin derdinde. Ben haklı olmak yerine mutlu olmayı seçmiş biri olarak neden sisteme çanak tutayım? Neden taraf olayım? Hiç sorun yaşamadığım insanlara neden bir anda düşman kesileyim? E ama kötülük var, kötü insanlar var! Elbette var; daima da olacak. Eğer kötülük olmasaydı ne yapardık? Karanlık olmadan aydınlığın farkına nasıl varırdık? Boşluğa düşerdik. Yin yang olmazdı. bu sefer iyilik içinde ölürdük. Hiç bir şeye hevesimiz kalmazdı. Zaten bir şey yapmanın gereği de olmazdı. Amaçsız yaşardık. Amacı ve umutları olmayan insan bitik bir varlıktır. Kötü diye tabir edilen olgu aslında sizin yol göstericiniz, meşalenizdir. İyi ve kötü arasındaki nokta sizin durup yön tayini yapacağınız sapaktır.
Hah, haberlere göz atacaktık; tecavüzler; biri yetmiyormuş gibi aynı hafta içinde benzer haberler. Artan kin ve nefret duygusu. İçinde sevgiye yer kalmamış paylaşımlar. Artık tanıyamadığın arkadaşların ve dostların, hatta seni eğiten ustaların, meslektaşların… Bu mu olmalı tepki? Bu mu size öğretilen? Sizin öğrettikleriniz? Bunun tek yanıtı var. Evet, oyuna geldiniz. Elbette yayınlanan haberler kesinlikle gerçek olabilir. Ama oltaya gelen sizsiniz; o haberler hep vardı; siz hep göz ardı ettiniz. Bir birey olduğunuzu hiçbir zaman kabul etmediniz. Bireysel devriminizi gerçekleştiremediniz. korkularınızın ardında yarattığınız güvenli alana sığınıp hiç çıkmayı istemediniz. Sistem size ne verdiyse körü körüne almaya devam ettiniz. O istediği zaman sinirlendiniz; o istediği zaman birbirinizi ötekileştirdiniz; o istediği zaman paranın esiri oldunuz; o istediği zaman kimliğinizi edindiniz. Başkalarının cübbeleri altında edindiğiniz unvanlarla dostlarınıza kartvizit vermeye başladınız. Siz hiç siz olmadınız ki. Siz hiç kendinizi sevmediniz ki. Kendinizi derinden içten bir şekilde sevseydiniz başkaları tarafından sevilmeye ihtiyaç duymazdınız. Sizden taşan sevgiyle beslenirdi herkes. Kendinizi yeteri kadar sevseydiniz bilirdiniz ki herkesle ve her şeyle birsiniz. O zaman doğayı da, hayvanları da, var olan her şeyi ve herkesi de eşit ve koşulsuz şekilde severdiniz. O zaman kimse kimseyi ötekileştirmezdi. Diller, dinler, ırklar, milliyetçilik türemezdi. Haberde duyduğunuz haberin kaynağına duyduğunuz kin ve nefretin aslında sizden çıktığını idrak edebilirdiniz. Nefreti yönelttiğiniz şeyden önce kendinizi affetmeniz gerektiğini anlasaydınız, onu affetmeye bile gerek kalmazdı.
Danışanlarım olsun, eş, dost olsun karşıma çıkan pek çok kanser hastasının ortak sorunu şudur: Affedilmemiş kızgınlık. Kırgınlık ve suçluluk duygusu. Bunların çoğu da genellikle kendiliğinden oluşan hislerdir.
Hepimiz her gün kendi kendimizi kanser edip yine kendi kendimizi iyileştiriyoruz. Bu sadece ayyuka çıkıp raporlanmıyor. Yoksa kanserli hücreler vücudumuzda hep varlar; sadece çoğalmayı beceremiyorlar çünkü beden onları kontrol altına almayı biliyor ama öyle bir an geliyor ki, zıvanadan çıkıyorlar ve meydanı boş bulunca da çoğalıp bedeni ele geçiriyorlar.
Peki tüm bunları yaratan hisler nereden geliyor? Eğer bedeninizi ve onu yaratan ruhu birbirinden ayrı tutmaya devam ederseniz, ikisi arasındaki bağı hiçbir zaman kurmayı beceremezsiniz. Beden-zihin-ruh bütünlüğünü elde edemezsiniz..
İçinizdeki ve dıştaki insanlara karşı hissettiğiniz zararlı düşünceleri salıvermeyi başarırsanız kendinizi ve herkesi affetmeyi becerebilirseniz
Şimdi yazının ilk cümlesine geri dönelim: Birine duyduğunuz kırgınlık yada kızgınlık herkese karşı duyduğunuz bir nefrete dönüşüyorsa orda ciddi bir sorun vardır. Bu tam da sistemin istediği şeydir. Bir tecavüz olayı sonrası kadınlar tüm erkekleri zihninde idam etmeye başlar. Terörist bir saldırı sonucu tüm batı Müslümanları ve Arapları terörist ilan eder. Medya da özellikle takip eden günlerde benzer haberleri seçmece şekilde önünüze sunmaya devam eder. Nefret ve korku yüzdesi artan bir toplumu idare etmek kolaydır. İstediğin yasayı çıkarabilirsin ve kabul ettirebilirsin çünkü bunun onların iyiliği için olduğuna inandırabilirsin. İnsanları sindirebilirsin; onları bu tip gündemle meşgul ederken arka planda istediğin oyunları oynayabilirsin.
Kimse güçsüz, kimse aciz, kimse çaresiz değildir. Her zaman bir seçenek vardır ve herkes de seçimlerinde özgürdür. Şu anda suskunluğunu, sinmişliğini, sessizliğini koruyan kadınlar gün geldiğinde bireysel devrimlerini gerçekleştirdiklerinde kimse onlara bu muameleyi yapabilecek güçte olamayacak. Onlar da birer birey olduklarını idrak ettiklerinde ve bunu idrak etmeleri için de elbirliğiyle herkes aynı titreşimlerde hareket ettiğinde, şu andaki korkularından sıyrılacak ve güvenli alan sandıkları ama aslında sadece alışkanlıktan ve bağımlılıktan ibaret olan kabuklarından çıkmış olacaklar. O zaman dayak yiyen hiçbir kadın tekrar kocasının yanına dönme acizliğinde bulunmayacak. Onun her türlü kararına saygı gösteren aileler ve toplumlar oluşmaya başlayacak. Töreler gelenekler tarih olacak. Şu anda onlar için başka bir yaşam şeklini tatmamış olmak, alternatif bir seçeneğin olabileceği fikrini düşünememek, bağımlılık yapan ve kendi yarattıkları güvenli alan hissini ortadan kaldıracak güce sahip olduklarını bilmeme gerçeğinden kurtulduklarında, kendi ayakları üzerinde duran bağımsız bireyler olarak mutlu mesut yaşamaya başlayacaklar. Silkinen kadın ayağa kalktığında dağlar onun önünde eğilecek.
Sevgi içinizden bir an olsun bile eksik olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder