20 Ağustos 2015 Perşembe

Zaman Sizi Öldürüyor!

Zaman ve tüm ölçü birimlerine ait rakamlar evrenin sonsuzluğunu unutturmak için uydurulmuş kodlamalardır.

Hepimiz sabah kurduğumuz saatte kalkarız. Kimimiz alarmı kalkacağı saatten yarım saat öncesine kurar ve her 5-10 dakikada bir “ertele” tuşuna basarak mazoşistçe bir başlangıç yapar sabaha. Çocukların ya da işe gidenlerin her sabah aynı saatte kalkan servisleri sabittir. Çocukların okula başlama saati, büyüklerin işe giriş saati önceden belirlenmiştir. Hatta psikopat işyerleri bunu kontrol altında tutmak için kart bastırır. Toplantı saatleriniz vardır; yemeğe çıkma saatiniz vardır. Acıktığınız için değil, yemek vakti olduğu için çıkarsınız yemeğe. Şartlandığınız için artık zaten bu saatte acıkmaya başlarsınız; halbuki daha 1 saat önce şirketin beleş kahvaltı hizmetini ve onlarca çay kahveyi sömürmüşsünüzdür. Bedeninizi değil, zamanı dinlersiniz. Kimi şirketlerde çay, kahve hatta sigara molaları bile zamana tabidir. İşten çıkış saatiniz bellidir. Aynı saatlerde binlerce kişi köprü trafiği sefaleti çeker. Akşam yemeği adı üstünde akşam yenir. Haberler hep aynı saattedir. Tavuk gibi yatmamış olmak için hep saate endeksli oturursunuz gecenin bir yarısına kadar. Uykunuzun gelmesi önemli değildir. Bir kez daha bedeninizi değil zamanı dinlersiniz. Kumarhanede hep kasa kazanır misali yine zaman kazanmıştır.

Her şeyin bir zamanı vardır. Büyümenin, ağabey olmanın, abla olmanın… 18 yaşına gelmek için can atar gençlik. Zira tüm kurallar bunun üstüne kuruludur. Bu yaşa eriştiğinde her şeyi yapabilecek kadar özgür olacağını sanır gariplerim; boşu boşuna bedenler çabucak büyüsün istenir. Çocuklukları yaşatılmaz onlara. Çocukluğunu yaşayamayan zavallı beyinler, çocukları kodlayarak biran önce büyümelerini sağlarlar. Kodlanan bedenler “zaman” içinde büyümeye ve ölmeye programlıdır. “Zamanında” evlenemeyenler evde kalmıştır. Askere gidişin zamanı vardır. Zamansız öten horoz kesilir.

Yaş günleri, yılbaşları, yıldönümleri, sevgililer günü, anneler babalar günü gibi özel günler, kandiller, bayramlar seyranlar.. Hepsi uyulması gereken kodlanmış programın öğeleridir. Zaman sizi çatır çatır yönetir. Bazen geçmek bilmez, bazen de dur durak tanımaz zaman.

Seyrettiğiniz tüm filmler, diziler, okuduğunuz her yapıt, dinlediğiniz parça sözleri sizi programlayıp büyümek, yaşlanmak ve ölmek üzerine programlar. Bir gün yaşlanacağınıza inanarak büyürseniz elbette yaşlanırsınız, çünkü içinde barındığınız bedeni buna programlarsınız. Beden de ona göre şekillenmeye ve evrimleşmeye başlar. Tüm dizilerde ve filmlerde illa ki bir cenaze sahnesi olmazsa olmazdır. Dikkat edin. Bu sizleri ölüme programlar. “Herkes ölümü tadacaktır” yazar mezarlıkların üzerinde. Vekillerden biri emeklilere müjde verir, “Zincirlikuyu Mezarlığı’nı genişletiyoruz” diye.
Biyolojik saatinizi programlayabildiğinizde saat kurmanıza gerek olmadan her sabh aynı saatte kalkmaya başlarsınız. 3-5 kadın bir arada yaşamaya başladığında, bir süre sonra hepsinin adet dönemleri aynı zamana denk gelmeye başlar. Bunun nedeni titreşimlerin birbirine uyumlanmasıdır. Bir nevi beden yeni şartlara göre tekrar kodlanır. Büyümekle başlayan, yaşlanmakla devam eden ve ölümle sonlanan durum da budur. Bedeni kodlarsınız ve beden buna göre tıkır tıkır işlemeye başlar.
Çocuklara sen artık ağabey oldun, abla oldun diyerek çocuklukları yaşatılmaz. Gülmek bile unutturulur “zaman”la. Zira kadın öyle her şeye gülmez, erkek de kalıbının adamı olmalıdır. Çocuk, ağabey, abla olacağım diye tüm esnekliğini kaybeder; artık oradan oraya hoplayıp zıplama lüksü kalmamıştır; bedeni odun gibi katılaşmaya başlar. Düşünce yapısı değişir, tüm saflığı, o cin fikirleri kaybolur. Yetenekli çocuklar yeteneği değerlensin adı altında, hocalarının kopyası olarak mezun oldukları sanat okullarına verilir. Yarış atı gibi yetiştirilen çocukların resme, müziğe, aşçılığa, sanata, ya da herhangi başka bir şeye olan merakı önemsiz bir ayrıntıdır. Zaman pek çok şeyin aksine insanı köreltmek üzerine kuruludur. İstisna yaratan özgür ruhlar hemen açığa çıkarlar. Onlar da diğerleri tarafından ötekileştirilirler çoğu “zaman.”

Şirketlerin olmazsa olmaz eğitimlerinden biridir “zaman yönetimi.” Zamanın efendisi olmak yerine zamana nasıl köle olacağınız öğretilir. Buna rağmen sistem sizi öyle güzel meşgul eder ki, nafiledir her türlü eğitim. Eğitimin kendisi bile sizi meşgul etmek için kurulu bir düzendir.
“Paranın satın alamayacağı tek şey zamandır” derler. Yalandır! Sizi maaşa bağlayarak modern köle haline getiren sistem, size kendinizi özgürmüş hissi vermeye programlıdır. Para kazandığınız ve paranızın yettiği şeyleri satın alabilme gücü size sahte bir özgürlük hissi verir. Kurumsal hayata veda ettiğimde 65 gün birikmiş iznim vardı. İzin bile kullanamayacak kadar köleleşmişim. Sistem size 15 gün izin tanır. İzne çıkabilmek, izni en verimli şekilde kullanabilmek bir sanattır, zira bir başka 15 gün yoktur. Zaten bunu da 15 gün komple kullanamazsınız; birer hafta şeklinde ayrı ayrı zamanlarda kullanabilirsiniz. Şirketin vazgeçilmez elemanı olarak size ihtiyaç vardır; sorumluluğunuz büyüktür. Dolayısıyla demem o ki, zamanı satın alırsınız. Her dakikanın bedeli önceden ödenmiştir. Danışmanlara adam bölü gün ya da adam bölü saat üzerinden ücret ödenir. Terapiler, seanslar saat üzerinden ücretlendirilir. Saati dolan hasta ya da danışanın odadan bir kovulmadığı kalır. Tüm bürokrasi zaman üzerinden işler. Zamanında yapılması ya da ödenmesi gerekir her şeyin.
Sonra insanlar kayıplar yaşadıklarında, ölümcül hastalıklara yakalandıklarında, ya da başka zor durumlara düştüklerinde “keşke”li zamanlar yaşamaya başlarlar.

Birileri “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda “Duruyorum” ya da “Zaman öldürüyorum” derim. Zaman en büyük öğretidir; öğrencilerini öldüren bir öğreti. O yüzden zaman öldürmeye bayılırım.
Hadi zamanı çekin bakalım? Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman… Gelecek sadece beklentilerden ibarettir. Geçmiş sadece hatıralardan. Şimdiki zaman ise ikisini birden içerir. İkisi de şimdiki zamanda var olur. Zaman sadece insani bir algıdan ibarettir. Bizlerin yarattığı bir kavramdır. Bedenimiz her üç zaman diliminde birden mevcuttur. Saatinize bakın; şimdiki bedeniniz, 1 dakika sonra geçmişteki bedeniniz olacak. Şimdiki bedeniniz, 1 dakika öncesindeki geçmiş bedeninize göre gelecekteki bedeniniz oluverdi. Geçmişi değiştiremezsiniz. Şimdiki zaman ise geleceğin geçmiş olarak algılandığı zamandır. Gelecek de değiştirilemez, zira henüz gerçekleşmedi bile. Aslında üçünde birden mevcut olabilen zihninizden başkası değildir. Sizi de, zamanı da yaratan zihninizdir. Zaman sadece enerjideki değişimin ölçü birimidir.

Gözlerimiz olmasa renkler konusunda algı yaratamayız. Aynı şey tüm duyu organlarımız için geçerli. Sesler, tatlar, hisler.. Beyin bu algıları toplayarak anlaşılır bir hale getirmek için çabalar. Hafıza da böyle oluşur, deneyimler de. Hafızamız olmasa zaman algısı da olmaz. Ama beden yaşamaya devam eder mi? Eder. Zaten olmuş bir şeyi algıladığınızı hissettiğiniz anlar da olur. Buna da deja vu diyoruz.
Zihin bir şeyi yarattığında, yani enerji maddeye dönüştüğünde maddeye varlığını zaman verir. Dolayısıyla bizi de var eden zamandır, zira bizler de birer illüzyonuz.

Peki aynı illüzyon hayvanlarda da geçerli mi? Köpeklerin 1 yaşı insanlarda yaklaşık 7 yıla denk geliyor. Peki köpek bu 1 yılı yaşarken 7 yıl yaşamış gibi mi hissediyor? Zamanı hissetme hızımız beynimizin ne kadar bilgi aldığıyla alakalıdır. Benzer bilgiler girmeye başladığında zaman daha hızlı, yeni bilgiler geldiğinde zaman daha yavaş geçer. Bu yüzden yaşlılar için zaman her zamankinden daha hızlı ilerler. Çünkü hayat deneyimleri benzer bilgileri sürekli karşılarına çıkarır. Beyin için her saniye önemlidir çünkü beyin her saniye yeni bilgi kaydeder ve bu bilgileri anlaşılır hale getirmek için işlemcisini çalıştırır. Hayvanlara geri dönecek olursak; her hayvanın algılama kapasitesi farklıdır. Bu yüzden bazı hayvanlar diğerlerine göre yavaş çekim bir hayat sürerler. Örneğin köpekler, görsel bilgileri bizlerden %25 daha hızlı bir şekilde algılar. Bu yüzden sizler çok hızlı yanıp sönen bir ışığı sabit yanan bir ışık olarak algılarken, onlar her yanıp sönmeyi ayrı ayrı algılayabilir. Sineği bir türlü yakalayamama sebebiniz de budur. Sineğe göre bizim her hareketimiz yavaş çekimdir. Bu yüzden rahat rahat kaçabilir. Bakınız Örümcek Adam 1 filmi; yer soyunma odası; yeteneklerini ilk keşfettiği zamanlardan biri; okulun en popüler çocuğu bizimkine saldırır, ama bizimki her yumruğu ağır çekim görebildiği için kolaylıkla kaçabilir ve karşı yumruk atması da rakibi için bir o kadar hızlı olur.
hareketalgi
Peki bunu günlük hayatta biz de geliştirebilir miyiz? Evet. Meditasyon ve hareketli meditasyon adını verdiğimiz Tai Chi ve Qigong gibi çalışmalar nefesi ve zihni yavaşlatarak ağır çekim hareketler yapmanızı sağlar. Ancak aynı çalışma bir süre sonra rakibinizin hareketlerini de aynı şekilde yavaş çekim algılayabilmenizi ve karşı harekete de tam aksine çok hızlı geçebilmenizi sağlar. Tabi bu işin aksiyon tarafı. Şifa tarafına bakacak olursak, yavaşlattığınız zihinle değişen frekanslar (beta, alfa, teta, delta) hücrelerinizin yenilenmesi için gerekli ortamı doğuracaktır. Yemek yemekten tutun yürümeye kadar, yavaşlamayı öğrendiğiniz zaman hayatı daha uzun ve keyifli yaşamaya başlarsınız.
“Saçlarını düzelttim zamanın. Dağılmışlardı. Taramadım. İçinden acı, gözyaşı, hatıralar düşsün istemedim. Temiz kalsın istedim tarağım.. ” – anonim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder