31 Ekim 2012 Çarşamba

Kansere çare bulan adam - Dr. Royal Rife

1888 doğumlu, Dr. Royal Raymond Rife,20. yüzyılın en büyük dahilerinden biriydi. 1920'li yıllarda, olmayan bir teknolojiyle icat ettiği mikroskop* sayesinde, yaşayan virüsü tespit edip, icat ettiği frekans aleti ile hastalıklı virüsleri yok etmeyi başarmıştı. Bumuhteşem mikroskop sayesinde virüslerigerçek olarak gören ilk insan oldu. Aynı zamanda Koordinatları ayarlanabilen rezonans tekniğini bulan kişi. Bu teknik kanserli tümörleri ve virüsleri yok eden bir teknik. Heidelberg Üniversitesinden Ph D verilmiş, buluşları 14 ödüle layık görülmüş ve Timen Bearing şirketinin sahibi mültimilyoner Henry Timken tarafından çalışmaları finanse edilmiş bir bilim adamı. 1934 University of California'da yapılan deneylerde 16 ölümcül kanser vakasında denenmiş ve 3 ay içinde hepsi de tamamen iyileşmiştir. 

Rife’ın yöntemi hiçbir yan etkisi olmayan bilinen antimikrobiyal terapilerden bir tanesidir. Fakat ne yazık ki, Rife’ın bilimsel teorileri ve metodları, ortodoksin bakış açısı ileçatışma içerisine girdi. Sonradan Amerikan Tıp Derneği(AMA)’in başkanı olan, MorrisFishbein, bulgularını kendi şirketi lehine kullanmak istedi. Rife bunu reddedince araştırmaçalışmaları durduruldu ve Barry Lynes’ın “Kanserin İyileştirilmesi, Elli Yıllık Örtbas” isimlikitabında anlattığı gibi hasıraltı edilmeye çalışıldı. (Bu arada AMA’nın eski başkanı ve kurucusu Dr. Milbank Johnson, Rife’nin kanser terapisi çalışmalarının sonucunu duyurmak üzereyken zehirlenerek öldürüldü ve hazırladığı raporlar bulunamadı.) 
AMA tarafından bu yöntemi kullanan doktorlara baskı yapılmaya başlandı. Çoğu boyun eğdi ve cihazları bıraktı. Rife'ın laboratuarına hırsız girdi ve mikroskobu çalındı. Rife’ın laboratuarları kundaklanarak ve sabote edilerek yok edildi. Onun çalışmalarını yedekleyen Dr. Nemesis, araştırma raporlarını yok eden ateş ile birlikte gizemli bir şekilde öldürüldü. Benzer bir ateş, Rife’ın araştırmalarını onaylayan, Burnett Laboratuarını da yok etti. New Jersey'deki Burnett Laboratuarı tam Rife'in buluşunu konfirme edeceği sırada arsenik nedenli yangın çıktı. Rife'ın frekans aletlerini üreten şirket battı. Birlikte çalıştığı Dr Kendall, bir anda nedensiz bir şekilde zengin olup Meksika'da emekli oldu ve diğer doktorlar aniden Rife'ın tekniğini bırakıp reçete yazmaya başladı. Rife, AMA tarafından mahkemeye verildi ve uzun süren maddi açıdan yıpratıcı bir dönemden sonra Rife mahkemeyi kazandı. 1944 yılında Johnson basın toplantısı ayarladı, niyeti klinik sonuçlarını açıklamaktı, nedense toplantıdan bir gün önce kaza ile öldü ve notları kayboldu.. Çalışmaları ise hasır altı edilmiştir. O günden bu yana "kronik" adı altında ölümün son saniyesine kadar binbir yan etkisi olan ilaçlara mahkum bırakıldığımız süreç başlamıştır. (Royal Raymonda Rife’ın kendisi de 1971 yılında Grossmont Hastanesi’nde “kazara” yüksek dozdavalyum ve alkol zehirlenmesi nedeniyle yaşamını yitirdi).




30 Ekim 2012 Salı

Avatar Olmak


En zengin 1226 insana “ölümsüzlük” teklifi
Rus milyarder Dimitri İstkov, bu yılın başlarında yaptığı açıklamayla, 2045 yılında insan bilincini bir holograma aktaracak ve ona ölümsüzlük kazandıracak bir teknolojiye ulaşacaklarını öne sürmüştü. İtskov, dünyanın en zengin 1266 insanına “ölümsüzlük teknolojisi” satın almayı teklif etti.
İtskov, yüz bilim insanının çalıştığı iddia edilen “Avatar” projesi kapsamında, insan bilincini biyolojik bedenden ayırarak fiziksel kısıtlamaların ötesine çıkaracağını vaat etmişti. Büyük yatırım yaptığı projesinde son derece ciddi olan İtskov, Forbes dergisinin Dünyanın Milyarderleri Listesi’ndeki 1266 kişiye mektup göndererek, “ölümsüzlüğe erişme” teklifinde bulundu.
Mektubunda, “Birçoklarınız bilim, sanat ve yardım derneklerini destekleyen başarılı işler kurdunuz ve büyük zenginliğe ulaştınız. Sizlere sibernetik ölümsüzlük ve yapay insan vücudu geliştirilmesi için yapılan bilimsel çalışmalara katkıda bulunmanızı öneriyorum. Bu çalışmalar bir gün sizi ve dünyamızdaki birçok insanı hastalık, yaşlılık ve hatta ölümden özgür kılacak” dedi.
2045’e yetiştirmeye çalıştığı projesi için ABD’nin San Francisco kentinde bir büro açarak büyük bir bilim sosyal medya çalışması başlatmayı istiyor. Rus işadamının amacı, dünyanın dört bir yanından bilim insanlarından sibernetik teknolojiler konusunda bilgi almak, onların bu konuyu tartışmasını sağlamak. İtskov ayrıca, en son Moskova’da düzenlenen, gelecek yıl ise New York’ta gerçekleştirilecek Küresel Gelecek Kongresi’nde ölümsüzlük teknolojisini öne çıkarmak istiyor.
İtskov’un son derece ciddi olduğu Avatar Projesi, insan zihnini adım adım fütürist cihazlara aktarmayı öngörüyor. Bu amaçla, ilk olarak beyin-makine arayüzü ile kontrol edilen insan benzeri bir robot kullanılması amaçlanıyor. Ardından, insan beyni, ilk başta dışarıdan kontrol edeceği bu robota nakledilecek. Sonrasında, bilgisayar ortamına aktarılan bilinç, robot vücuda transfer edilecek. Sonuç olarak, robotik bir vücut ve sanal bir beyin kullanan bir Avatar ortaya çıkacak.
Her ne kadar çok zor bir hedef gibi görünse de, otuz yılı aşkın bir süre sonra İtskov amacına ulaşmayı planlıyor. Bu süre zarfına yaydığı basamakları gerçeğe dönüştürmek için, dünyanın en zengin insanlarından mali destek istemeye başladı.
Evet, haber bu kadar. Şimdi sıkı durun. Ya size desem ki, zaten böyle bir alete ihtiyaç duymadan da bilincinizi biyolojik bedeninizden ayırıp ölümsüzlüğe siz de ulaşabilirsiniz.
Sistemin bize doğuştan itibaren öğrettiği ve şartlı olarak bilinçaltımıza işlenen şeyler olduğunda hemfikiriz. Büyümek, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak, para kazanmak, para harcamak, mutlu olmak, mutsuz olmak… Bunlara hiç ölümü eklemeyi düşünen olmamıştır sanırım. Bilinen tek gerçek hepimizin öleceğidir, denip kestirip atılmış. Halbuki ölüm bile bize öğretilen ve şartlandırılan şeyler arasında.
“Sen artık büyüdün, abi/abla oldun” diyerek çocukluktan koparılırız. Okurken hobilerle, sporla, başka şeylerle uğraşmaktan uzaklaştırılırız. Vücut hantallaşmaya ve gençliğini yitirmeye başlar. Hareketli bir hayatı olan kişi evlenince elinde kumanda, büyümüş bir göbekle yaşlanmayı kabullenir. Artık evinin erkeği/kadınıdır, otur oturduğun yerde’dir. Artık yaşının insanı olmalıdır. Yaşını kabullenmeyene çeşitli damgalar vurulur. Ve bu süreç ölüme hazırlığa kadar gider. Cennetten cehennemden daha fazla söz eder olur; o yaşına kadar hiç ilgisi olmayan namaz niyaz işleri gözüne daha bir iyi görünür olur. Kendine şimdiden aile mezarlığı satın almalar başlar. Vasiyetler dillendirilir. Her ziyaretten sonra helalleşmeler başlar.
Bilinen en yaşlı insan şurada yaşayan şudur diye haberler çıkar arada. Bilinmeyenlerden haberiniz var mı peki? Mesela tapınakları koruyan rahiplerden iki yüz küsur yaşlarında olanlar olduğuna inanır mısınız? Onlar insandan, hatta hayattan soyut bir şekilde yaşamlarını sürdürür. İnsan beyni her şeye muktedirken, yapamayacağı şey yokken, buna da kendi başına çözüm bulacak kapasitededir.
Bir sıçrayışta yerden üç kat yukarı zıplayan, vücuduna bıçak saplanmayan, kaşığı büken, cisimlere hükmeden, düşünceleri okuyan Şaolin rahipleriyle Çin’de tapınak tapınak dolaşırken tanışmıştım. Onlardan biri bu bahsettiklerimin çocuk oyuncağı olduğunu ve asıl sahip oldukları diğer yetenekleri affıma sığınarak gösteremeyeceğini söyleyip şunu eklemişti: “Bizler 5000 yılı aşkın süredir hayatı tecrübe edip koruyoruz. Barutu bulan insandır (hatta Çinliler) bunu kitlesel imha silahı haline getiren de insandır. Sahip olduğumuz bilginin insanlığa açıldığını düşünebiliyor musun? Sonunu sen tahmin et.”

Öğreti Çöplüğü

Türkiye genelini geçin, sırf İstanbul'da kaç kişisel gelişim merkezi olduğunu sayanınız oldu mu? İşte ben saydım demeyi çok isterdim ama malesef ben de tam sayamadım. Sadece son gittiğim fuarlarda kart bırakma gafletinde bulunduğum firmalardan abartmıyorum günde 2-3 eposta geldiği oluyor. Herkes deli gibi günde ikiye varan seminer ve eğitimler veriyor. Kimisi yabancı, kimisi Türk eğitmenler. Bunlara giden yüzlerce insan var. Herkes bir arayış içinde, herkes acınacak halde. Lakin bu arayış içinde olanlar, kendilerini bilgelik yolunda çok önemli adım atmış, dünyayı kurtarmak üzere seçilmiş insanlar olduklarına inanıyorlar. 1 haftalık yada 3-4 günlük kurstan geçen herkes o öğretinin uzmanı, master'i, hatta hocası kesiliveriyor. Sertifikalar havalarda uçuşuyor. Anlayacağınız yalnız Türkiye'nin değil, dünyanın dört bir yanı "ÖĞRETİ ÇÖPLÜĞÜ"ne dönmüş durumda. 

E sen de Çin'e mine gitmedin mi kardeşim diyebilirsiniz. Evet gittim. Adamlar daha Çin'e gitmeden aylar önce çalışmam için bana ödevler ve diyetler verdiler. 5 ay kadar kısa bir süre kaldım ama Pazar günleri dahil hergün kapalı kaldığımız tapınaklarda sabah akşam çalıştırdılar. Ülkeme döndüm, yetmemiş gibi bir dolu ödevlerle uğurladılar. Halen hergün düzenli olarak o ödevleri yerine getirmekle cebelleşiyorum. Ve halen de ortalıklarda dolaşıp "ben bu konuda çok iyiyim, Türkiye'de tekim" demeye çekiniyorum. Zira benim de halen katedeceğim çok yol var. Evet, ben yolumu katederken isteyenlerle bilgi paylaşımı yapabilirim ama buna hiçbir zaman "eğitim" demek içimden gelmeyecek. Çin'de aldığım öğretinin adı Qigong. Garip bir ismi var değil mi? Bu öğretiyi merak eden bazı Eğitim Kuruluşları beni tanışmak için davet ettiler. Konuşmaların arasında şirket sahiplerinden birisi "Ya bunun adı çok garip, gel biz buna başka bir isim bulup öyle lanse edelim" dedi. İşte çöplüğe bir gönderi daha...

Dünyada var olan pek çok öğreti haritanın doğu tarafından gelir. Bunlar aslında çok ama çok basit öğretilerdir. Herkes yapabilir ama ustalaşmak seneler ister. Öğretiyi alan Batı, önce yukarıdaki gibi yaklaşır. Önce isim takar. Kendi öğretisi gibi lanse eder. Kendisinin o öğretiyi yalayıp yuttuğunu, ustalaştığını ve bunla yetinmeyip kendinden pek çok şey eklediğini söyleyerek yeni bir isim takmanın hakkı olduğunu iddia eder. Peki isim takıldı. Öğreti halen çok basit. Bunu bu haliyle pazarlamaya kalkarsa herkes yapar hale gelir ve kendi monopollüğü çok kısa sürer. Olaya "inisiasyon" yada "el verme" eklenir. Böylece ondan el almayan bu öğretiyi öğrenemez hale gelir. Diğer el vereceklerin de birkaç sene cebelleşmeleri gerekecektir. Böylece o daha çok yol katedecek ve onlarla arasındaki mesafeyi açmış olacaktır. El verme yada inisiasyonla da yetinmezler. Ne kadar karmaşık hale getirirlerse o kadar zor öğrenilir ve bir şey ne kadar zor öğrenilirse o kadar parasını hak eder hale gelir. Bu yüzden ek bir takım hareketler, sesler, ritüeller, seromoniler, gurup seansları, semboller vb şeyler konulur. Öğreti seviyelere bölünerek senelere yayılır. Öğretiyi tanıtan misyonerler bile "Ben ancak bu kadar yardımcı olabilirim, tamam ben bu öğretiyi uyguluyorum ama kursu hocanın kendisinden almanız gerekiyor" diyerek tekelci zihniyete alet olurlar. Tekelci zihniyet peşinde müritler oluşturur. Herkes onun ağzına bakar, o ne derse yapılır, nereye giderse takip edilir. Usta kavalını çalar, herkes peşine kuyruk olur.

Arayış içinde olanlar arayışı hiçbir zaman kendilerinde sonlandırmazlar. Arayan ne aradığını bilmez ama ne aradığını bilmeden yola çıkması için de güçlü bir dürtüsü vardır. Yolda ilerlerken önüne çıkan hiçbir şey ise onu tatmin etmiyor. Yeniden aramaya başlıyor. 

Öğretinin felsefesini yaparken bile bunu %100 kendi içlerine yedirmiş değillerdir. Zira EGO'ları tavan yapmaktadır. Mesela yaşam koçlarını ele alalım. Kendiyle barışık tek bir yaşam koçuna rastlamış değilim (olanlara lafım yok). Bu insanlar başka insanlara yol göstermeye çabalıyorlar. "Ben insanlara bir dokunuşumla hayatlarını değiştiriyorum" diyen megalomanlar mevcut. Yogacı arkadaşlarım var. Sanarsın ki ermişler ama çoğu tam tersi. Öğretiyi alan herkes üzerine birşey bile katmadan, yani öğrenme yolunda devam etmeden, bilgiyi pekiştirmeden sadece hocadan aldığı bilgiyle ortalıklarda ahkam kesmeye başlıyor. Zamanında üniversitede kurs verirken, 5 sene boyunca sürekli eğitim vermeme rağmen, yurt dışı bağlantılarıyla halen bir yandan kurs almaya devam ettiğim sıralarda, son kurs verdiğim gurup birkaç aylık bilgileriyle ayaklanma yapmaya kalktığında şöyle EGOsu çok yüksek bir laf etmiştim onlara: "Bildiğiniz herşeyi size ben öğrettim, ama bildiğim herşeyi değil". Öğrenme sürekli devam eden bir süreç. Bilmeyip de bildiğini sanmak ise çok tehlikelidir. Öğretiyi alan herkes dediğim gibi dünyayı ve diğer insanları değiştireceğini sanıyor, halbuki değişim önce kendinden başlar. 

Öğreti çöplüğüne dönmüş dünyamda "Kişisel Gelişim" adı altında kurs alan insanların çoğu malesef "Kişisel Gerileme" yaşıyor. Zira arayış içinde kendilerini daha çok kaybediyorlar, kendilerinden daha çok uzaklaşıyorlar. Sistemin amacı da bu zaten. Bu öğretilere karşı gibi duranlar, bu öğretilerin çoğalıp insanların kendilerinden uzaklaşmalarını hayranlıkla seyrediyorlar. Hatta gizliden gizliye destek veriyorlar. Bunların içine bilinçaltı (subliminal) müzik ve affirmasyon adı altında kendi fikirlerini yada pazarlama taktiklerini empoze ediyorlar. İnsanlar ise bunları kişisel gelişim diye ne dinlediğini bile bilmeden kulaklarına takıveriyorlar. Sistem insanların birbirlerini meşgul etmesi üzerine kurulu iken bundan daha güzel ne olabilir ki.

İlaca Tapanlar



İlaca Tapanlar

Pek çoğumuzun anne, teyze, yaşlı akrabalarında sıkça rastladığı bir ilaç kutusu olayı vardır. İçinde ilaçlar için günlere bölünmüş hazneleri olan, kapaklı mapaklı şeyler. Sırasıyla tansiyon, şeker, kalp, mide ilaçları bu haznelerde yer alır ve saatleri geldiğinde unutulmadan almak gerekir.



Amerika yılda 200 milyar dolar reçeteli ilaca harcıyor

İlaçların hepsi FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi) tarafından onaylanır. Kanıtlanmış tüm zararlarına rağmen pekçok ilaç bu kurum tarafından onanmaya devam eder. Bunların arasında çok bildiğiniz Prozac ve Lipitor yer alır. Yurt dışında yapılan araştırmalara göre her 5 dakikada 1 kişi onaylanmış reçeteli ilaç yüzünden hayatını kaybetmektedir. Amerika'da yasadışı ilaçlar yüzünden yılda 19bin kişi hayatını kaybetmektedir. Yasadışı ilaçla mücadele için harcanan para yılda 12 milyar dolardır. Reçeteli ilaçlar yüzünden ölen insanların sayısı ise yılda 100bin civarında olmasına rağmen FDA onaylı ilaçları kimse kurcalamaz. Hayatını kaybetmese bile pek çok insan ilaca dayalı sağlık problemlerine mahkum olmaktadır. Bunlar obezite, şeker, kanser, karaciğer hastalıkları, depresyon, kalp yetmezliği vb hastalıklardır. İleriyi göremeyen doktorlar bu ilaçların zararlarını gözardı ederler. Batı tıbbı malesef sağlık üzerine değil zenginlik üzerine kurulmuş bir sektör durumuna gelmiştir. FDA ve benzeri pek çok kurum içlerinde dünyanın en önemli bilim insanlarını maaşlı olarak çalıştırmaktadır. Ticarete bu kadar aç olan bu sektör basını ve medyayı da kullanarak kendince sağlık dedikoduları yaratarak ilaca tapan insan sayısını artırmayı hedeflemektedir.
Bu yazı moralinizi bozmak için değil, tam tersine farkındalığınızı artırmak ve sağlığınıza gereken önemi vermeniz için bir başlangıç olması amacıyla yazılmıştır.


Peki bu uydurmasyon dedikodular nelerdir? sıkı durun madem.

Uydurmasyon: FDA onaylı ilaçlar sağlıklı ve güvenlidir!

1900lü yılların başlarında gıda zehirlenmelerinden ölümlerin çoğalması nedeniyle yasa tasarısı hazırlandı. Bu durum FDA gibi gözetimci bir bekçinin doğmasına yol açtı. Başlarda çok etik ve başarılı bir yol izledi. Halkın sağlığını korumak ve iyileştirmek üzere sağlıklı ve güvenli ürünler üretilmesi ve bunların düzenli gözetilmesi sözü verdi. Mesela çürümüş ete önlem olarak ilk olarak ete gözetim getirildi. Daha sonra bu kapsam genişletilmeye başladı. Buna kozmetik ve tıbbi ürünler de dahil oldu. Buna ilaçların üretime geçmeden önce onay getirilmesi zorunluluğu eklendi. Böylece gücüne güç katan kurum pazara hangi ilacın, gıdanın ve kozmetiğin gireceğine karar veren tek yetkili merci oldu.

Şimdi ilaçlar FDA onaylı diye herkes gözü kapalı bu ilaçları yutup duruyor.

1997de yüksek tansiyon için onaylanan Posicor adlı ilacı kullanan  pek çok insanın ölüm oranı kullanmayanlara göre daha fazla idi. Bu durum FDA'nın bu ilaca onay vermeye devam etmesini engellemedi. Onaydan çok kısa bir süre 200 kişi hayatını kaybetti. 2000li yılalrın başında Vioxx denilen ağrı kesici ilaç kalp krizlerini artırmasına rağmen onayı durdurulmadı. Satışı 2003’te 80 ülkeye ulaştı ve kârı 2.5 milyar dolara ulaştı. FDA'nın vicdana gelen uzmanları tarafından yapılan açıklamaya göre bu ilaçtan 140 bin Amerikalı etkilendi ve bunların yüzde 40'ı hayatını kaybetti. Örneğin kalp yetmezliği yada ritim bozukluğu için kullanılan ilaçların çoğunun ritm bozukluğunu bastırıp saklarken aynı zamanda kalbin normal atış ritmini de bozduğu ortaya çıktı. İlacı kullanlardan ölenlerin sayısı kullanamayanlara göre neredeyse 3 katıydı. En önemli uydurmasyonlar ise kolesterol düşüren ilaçlarla yapıldı. Bu ilaçları düzenli kullanların kalp yetmezliği, kas kaybı, böbrek yetmezliği, iktidarsızlık, hafıza kaybı gibi sorunlar yaşadığı tespit edildi. En çok tanınan FDA onaylı ilaçlardan Prozac günümüzde anti-depresan olarak en çok kullanılan ilaçtır. Bunun popülaritesi ise bilimden değil pazarlamadan gelir. Zira ilacı pazarlamak çok büyük kaynaklar kullanılmaktadır. Prozac ilk olarak kedi ve köpekler üzerinde denendi. İlacı alan hayvan saldırganlaşmaya başlıyor, ilacı kesince eski haline dönüyordu. Sonra insanlar üzerinde denendi. Kliniklerde yatan 4000 hasta üzerinde yapılan uygulamada uzmanlar hastaları ilacın yan etkilerinden (şiddet, intihar) korumak üzere yatıştırıcılar kullandılar. Sonuçta da depresyona karşı iyi olduğu söylenerek tescillendi. Hem hayvanlar hem insanlar üzerinde yapılan deneylerde ortaya çıkan şiddet ve Prozac bağlantısı, bazı insanlarda ruhsal durum iyiye giderken neden bazılarında kötüye gittiği bir türlü açıklanamadı. Buna rağmen onay alındı ve üretime ve pazarlama faaliyetlerine geçildi. Prozac kullanıp intihar eden pek çok ünlü kişiye rastlandı. FDA'nın kendi yaptığı araştırmada bile bu ilacı kullanan her bireyin en az 2 yan etkiye maruz kaldığı tespit edildi. Ancak ilacı üretenlerin iştahları dinmek bilmedi. Tüm yan etkilerine rağmen çocuklar üzerinde kullanılmasına bile onay verildi. Hatta patent ağı genişledi, Sarafem adıyla da satılmaya başlandı.

FDA onaylı bir başka tehlikeli ilaç ise çocuklarımıza yapılan aşılar!

Örneğin, bebekler üzerinde kullanılan Rotashild adlı aşı 1 yıl sonra ortaya çıkan yan etkileri nedeniyle hükümet tarafından artık tavsiye edilmeme kararı alındı, ancak bu yan etkiler daha kullanılmaya başlamadan önce yapılan testlerde tespit edilmişti. Buna rağmen FDA onayı alınmıştı. FDA içinde varolan maaşa bağlanmış danışmanlar, lobiciler, bu ilaca ait hisse sahipleri, ve pek çok menfaatçi onay için el kaldırmışlardı bile. Diğer aşılar da aşağı kalmadı. Pek çoğunun römatoid artirit hastalığını tetiklediği(MMR), nerolojik hasarlar verdiği(DTaP), ölümlere yol açtığı belgelenmiştir. Çocuklarımızın hayatları kumar oynayacağımız bir mevzu değildir. Her sene değişen aşı türleri, çaresi bir türlü bulunamayan gribe karşı her sene farklı deneylere maruz kalmamız, üzerinde ciddi düşünmemiz gereken bir konudur. Bu aşılar veliler için gerekli ve zorunlu hale getirilmiştir. Çocuğunuz enfeksiyona maruz kaldığında ilk yapmanız gereken şekeri, çikolatayı kesmek ve C vitamini takviyesi yapmaktır. Sağlık koşullarınızı kontrol atında tutmak ve sağlıklı beslenmek sizin elinizdedir. Zira FDA artık sağlığınızın değil büyük şirketlerin bekçiliğini yapmaktadır.

Uydurmasyon: İlaç onayı bilimsel temellere dayalıdır.

%51 çoğunluğun diğer % 49'a ölümcül olan ilaçların güvenli ve sağlıklı olduğunu söylediğini düşünün. Bilimin kendisi ve seçimler, artık tıpta birşey ifade etmiyor. Onun yerini yüksek kâr amacı ve bilim insanlarının çıkar çatışmalarından doğan sağlık zorbalığı almış durumda. Doktorlar habire kendilerine dikte ettirilen ilaçları hastalarına yazıyor. Hastalar da birer ilaç bağımlısı haline geliyor. Doktorların tavsiye edeceği ve bunun için faydalanacağı tıbbi makaleler bile, ilaç sektörlerinin maaşlı yazarları tarafından yazılıyor. FDA tarafından tutulan uzmanların yarısından fazlası ilaç sektörlerinin içinden geliyor yada onlarla parasal alaka içinde. Zira FDA'nın vereceği bir karar onları ya zengin edecek yada bundan zarar görecekler. İlacın icadından, geliştirilmesine ve onanmasına kadar geçen tüm süreç bu paralı askerler tarafından yönlendiriliyor.

Peki ilaç sektörleri FDA'yı nasıl ele geçirdi? FDA'da çalışan üst düzey yöneticilerin ve elemanların özellikle başta aşı üreticileri olmak üzere pek çok ilaç firmasından hisse senedi almasıyla başladı herşey.

İsim vermeden eski FDA çalışanlarının itirafları:
- "FDA'da görevli insanlar 'Bu ilacı onaylamalı mı onaylamamalı mı?' diye sormuyor, 'Bu ilacı nasıl onaylarız?' diyor"
- "FDA ilacın onaylanma sürecini hızlandırmak için ilacın yeterlilik, güvenlik ve sağlık testlerini es geçiyor"
- "İlaca onay verenler ilacın bir güvenlik zaafını gördüğünde bunu görmezden geliyor çünkü böyle birşeyi açığa çıkarmak başlarına dert açabilir"

Bu durum pek çok üniversitenin de dikkatini çekmiş durumda. Örneğin Harvard'lı profesörler doktorlarına FDA onayı bile olsa güvenlik zaafı olan ilaçları yazmamalarını tembihlemiş.
Ancak şu da bir gerçek ki, pek çok üniversite görevlisi de ilaç şirketleri tarafından satın alınmış durumda.

Uydurmasyon: Reklamlar halkın sağlığı için!

Dünyada en fazla reçeteli ilaç tüketen ülke Amerika. Bu da tamamen reklamın gücüne dayanıyor. Herhangi bir tv, radyo yada medyada "bilmem şu kadar günde zayıflayın, şununla halsizliğe son, saç dökülmesine son, bakın bu ilacı Dr Oz da tavsiye ediyor" gibi reklamlara rastlamak kaçınılmaz. "Halkın sağlığı" adına yapılan bu reklamlar yine FDA garantisi altında yasallaşmış durumda. Ancak buna göre ilaçların reklamı yapılırken pozitif yanlarından bahsederken eşit şekilde yan etkilerinden de bahsedilmesi, iddia edilen şeylerin doğru olması (ispatlanmış) gibi şeyleri de içerirken, ne reklamcılar ne de bunları tavsiye eden doktrolar tarafından buna uyulmuyor ve kimse tarafından da denetlenmiyor.
Örneğin kolesterolü düşürdüğü iddia edilen ilaçlar hakkında verilen yanlış bilgiler yüzünden pek çok insan yan etkilere maruz kaldı. Lipitor hakkında sayısız dava açıldı ama bu davalardan paçayı kurtarmayı hep başardılar çünkü dozlar konusunda ya topu doktorlara attılar yada yanlış kullanıma vurdular. İnsanlar karaciğerlerindeki ağır hasarlarla kala kaldılar.
Bunun gibi pek çok örnek hormon düzenleyici, depresyon önleyici, ritm düzenleyici ilaçlar üzerinde de uygulandı. Olan yine ilaca tapanlara oldu.

Halbuki yapılması gereken şuydu: ilaçlar sadece hastalar içindir ve yine sadece acil durumlar için kullanılır. İlaçlar trend olan birer reklam aracı olamaz. İlaçlar herkes tarafından alınabilecek besin değildir. Ancak reklamlar sonucu halkın ikna olduğu tek şey, "sağlıklı kalabilmem için ömür boyu bu ilaçları kullanmalıyım" oldu.

Daha bebek yaşta çocuklarımızı antibiyotiklere, aşılara ve GDOlu mama vb ürünlere maruz bırakarak çok büyük hatalara imza atıyoruz.

Uydurmasyon: İlaçlar yaşam kalitemizi artırıyor!

Araştırma sonuçlarına göre her yıl FDA onaylı ilaçlar yüzünden ölen sayısı 100 binin üzerinde. Ölümlerin dışında yılda 2 milyon kişi ise kanser, böbrek yetmezliği, otizm, depresyon, kalp yetmezliği gibi yan etkilere maruz kalıyor.

Reklamlarla hipnotize olan insanlar "doktor ne verirse yutarım" mantığı güdüyor.

2012 yılı itibariyle ilaç tüketiminden kazanılacak karın 450 milyar dolar olacağı öngörülüyor. Peki yaşam kalitesi? John Hopkins tarafından yapılan açıklamaya göre Amerika'daki çocukların hepsi gelişmemiş ülke çocuklarından daha sağlıksız durumda. Çouklar daha doğar doğmaz şeker hastalığına maruz kalabiliyor. İlaçların yan etkileri insanlar üzerinde ciddi hasarlara yol açabiliyor ve bu da yaşam kalitesi diye birşey bırakmıyor. "Beslenmeye hayır, ilaca evet". Doğru beslenme, kaliteli bir yaşam tarzı yerine insanlar ilaca özendiriliyor ve hayat kurtarıcı gibi gösteriliyor. Eğer bir ilaç işe yaramazsa başka bir ilaç öneriliyor. Bir hastalıktan dert yanarken buna birden fazla hastalık da eklenmiş oluyor. Bu da daha fazla ilaç. tüketimine yol açıyor ve bazıların cepleri daha fazla doluyor.

Her kaybedenin ardında bir kazanan yatar. "Ağrı" en çok kazandıran şeydir. Başın ağrır ilaç alırsın, karnın ağrır, miden ağrır ilaç alırsın. Halbuki bunlar ağrıyı geçirmez. Sadece beynin ağrıyla alakalı gönderdiği sinyalleri keser. Sorun devam eder. Aslında ağrı bize birşeylerin ters gittiğinin habercisidir. Doktorlar da başta olmak üzere kimse bununla ilgilenmez. Yüzeysel çözümler daha iyidir. Ağrı kesici verilir ve hasta gönderilir. Bunlar savaşlarda telgraf tellerini kesen sabotajcılar gibidir. İletişimi kes rahat et.

Size tam bir ironik gerçek anlatayım. Hasta, ilaç yüzünden ölür. Yakınları ilaç şirketini mahkeyeme veremez çünkü raporlarda kalp yetmezliği yazar. Bunalıma giren yakınlar depresyon ve ağrı kesicilere verir kendini. İlaç sektörü yine para kazanır!

Uydurmasyon: doktorlar ilaçların zararlarına karşı temkinli!

Doktor tavsiyesine uymak kendi çukurunu kazmakla eşdeğer haline geldi. Doktorlar ne ilaç yazacakları konusunda ya makale okurlar yada her gün kapılarına dayanan ilaç mümessillerini dinlerler. Okudukları makaleler ilaç firmaları tarafından tutulmuş paralı askerler tarafından yazılır. Mümessiller ise zaten satıştan payını almaktan başka birşey düşünmeyen insanlardır. Pek çok ilaç mümessiliği yapmış insan bu mesleği bıraktığında kendini geçmişte büyük suçlar işlemiş insanlar olarak görür. 

Örneğin hayalet yazarlardan birinin itiraflarına kulak verelim:

Hayalet: "Saygın yazarlar arasında yer alabilmek uğruna bir ürün hakkında 2 makale yazmayı kabul ettim. Yazacağım herşey önceden dikte edilmişti. Referanslara kadar. Hatta proje hakkında hiçbir şey iddia etmeyeceğime ve geri çekilmeyeceğime dair imza attırdılar."

İlaçlar hakkında kimin ne yazacağı, hangi akademisyenin ve devlet görevlisinin bunun hakkında ne yorum yapacağı, kimlerin oylamada onay vereceği önceden hazırlanmış kusursuz planlardır.
Örneğin artirit üzerine çalışan Amerikalı (ismini vermeyeceğimiz) bir doktorun 10 yıl içerisinde ilaçlar üzerinden aldığı pay 600bin dolar civarındadır. İlaca onay veren laboratuarların vb kurumların payları bunların kat ve kat üzerindedir. Yapılan bu bilime yurt dışında "çek-defteri bilimi" deniyor.

Uydurmasyon: Doğal besin takviyeleri yetersiz ve zararlıdır!

Her ne kadar ilaçların kendisi doğal besinlerden ve bitkilerden üretilse de ilaç firmaları bunlardan uzak durulması konusunda insanları yanlış şekilde bilgilendirir. Örneğin Aspirin, söğüt ağacından elde edilir. Doktorlar tarafından hergün alınması tavsiye edilir ama ölümcül etkileri vardır. Yıllardır bu konuda da kandırılmışısızdır. Kolesterol düşüren ilaçlar bir tür kırmızı mayada fermente edilmiş pirinçten elde edilir. Pek çok ağrı kesici, afyondan elde edilir ama afyon tek başına morfin, kodein ve oksikodon kadar tehlikeli değildir ve bağımlılık yaratmaz.
Doğal besin takviyeleri içlerinde sinerjiden oluşan birden fazla karışım içerdiği için daha etkli ve daha zararsızdır. Zira ilaçlar tecrite uğramış tek maddeden oluşur. Besin takviyeleri, içinde birden fazla şey içeridiği için patenti alınamaz ve monopol hale gelemez. Bu patent olayı sayesindedir ki ilaç firmaları kârına kâr katar. Bu yüzden de alternatif şeylerin kullanımına karşı çıkarlar. Hatta sessiz sedasız Avrupa Birliğinde Alternatif Tıp ve patentsiz besin takviyelerine karşı yasalar çıkmaya başladı bile.

Hayat kurtaran, çok ucuz ve çok kolay bulunabilen şifalı bitkiler, besin takviyeleri yakın zamanda yasaklar altına alınmış, el altından satılan şeyler haline geleceklerdir.

Uydurmasyon: Yüksek kolesterol kalp krizi için tehlikelidir!

Bu şehir efsanesi sayesinde yıllarca trilyonlarca dolar para kazanılmıştır. Kalp krizinin nedenleri damarların sertleşerek yada daralmasıyla kan vasıtasıyla kalpten organlara oksijen ve besin taşımanın zor bir hale gelmesidir. Pıhtılaşma ise kalp krizine yol açar.

Buna göre kolesterol arttığında atardamar duvarlarında yer alan pıhtı miktarının da artması gerekir. Yada tam tersi. Bunu anlamak için hayatını kaybeden insanların damar çeperleri ve kolesterolleri karşılaştırıldı. Ölümlerin hiç birinde bu ikisi arasında bağlantı kurulamadı. 

Kolesterolün düşük yada yüksek olmasının hiçbir etkisi olmadığı kanıtlandı. (Araştırmacı Mathur, Dr. Marek, Ph.D Jose Mendez çalışmaları). Kolesterol düşüren ilaçlar üzerinde yapılan deneylerde de, ilaçların kolesterolü düşürmesine rağmen bunun damarlardaki pıhtıya en ufak bir etkisi olmadığı saptanmıştır. Kalp krizlerinde kolestrolü suçlamak, "suya atlarsanız sadece saçınız ıslanır, diğer her yeriniz kuru kalır" demek gibi birşeydir. Bu şehir efsanesini devam ettirerek ilaç firmaları kârlarına kâr katmaya devam etmektedir.

Türk Kardiyoloji Derneği’nin basın toplantısında statine karşı olan uzmanlardan Prof. Dr. Ahmet Aydın “Damar sertliği oluşturan kolesterol değil, enflamasyondur (mikropsuz iltihap). Buna neden olanlar arasından da ayçiçeği yağı, mısır yağı, margarinler bulunur. Kalbi koruyacağım derken tahrip ediyorsunuz. Statin ayrıca erkeklik ve kadınlık hormonlarını azaltıyor. Alzheimera, kas zayıflığına, katarakta yol açıyor.   Bunları bilmiyorlarsa cahiller. Bilip de uygulamıyorlarsa ahlaksızlar.” dedi.

Dört uzmanın da görüşü ortaktı: “Kolesterol faydalıdır. Damarların tıkanmasının nedeni yüksek kolesterol değildir. Kolesterol ilacı kullanmayın.”

Prof. Dr. Canan Karatay (Kardiyolog): “Hastalarıma kolesterol ilacını bıraktırıyorum.” der ve ekler  “Hiçbir gıdanın kolesterolü yükseltmediği yıllardır biliniyor. Bunu bilmemek, bilime kapalı olmak demektir. Sağlık ocaklarında aile hekimleri şakır şakır kolesterol düşürücü ilaçlar yazıyor. Biz buna karşıyız. Ben statin alan hastalarıma ilacı bıraktırıyorum. Her gün 20 dakika yürüyün, sağlıklı ve doğal beslenin, ara öğünleri kaldırın diyorum.”

Mevlüt Durmuş(Uzman Biyolog): “Statini ilk elde edenlerden biri Akiro Endo. Aslında bir antibiyotik elde etmeye çalışıyordu. Yani statin doğrudan hücre öldürücüdür.”

Prof. Dr. Ahmet Rasim: “Kolesterolü düşürmek ne kalp krizlerini ne de felçleri önlemekte işe yarıyor. O zaman insan soruyor: Ne anladım ben bu ilaçlardan? Kolesterol hücre zarlarının yapı taşıdır ve faydalıdır. Yağlı yiyecekler kolesterolü yükseltmez. Kolesterolle ölüm sıklığı arasında hiç ilişki yoktur. Yüksek doz kolesterol ilacı kullanan yaşlı hastalarda beyin kanaması riski artıyor.”

En büyük uydurmasyon: Kolesterol sizin için kötüdür!

Gerçek şudur ki yüksek kolesterol ömrü uzatır.

Amerikada yapılan araştırmalara göre 100milyon kişinin ortalama kolesterol seviyesi 200 mg/dl yada üzeri civarındadır.

Bu da ilaç sektörüne 100 milyon potensiyel müşteri demektir. Bu 100milyon normal insanı hasta müşteri konumuna dönüştürmek ağızların suyunu akıtır. Bunu başarabilmek de başlı başına bir sanattır. Bu yüzden de "düşük kolesterol sağlığınız için iyidir" reklamları yapılır.

Önce problem yaratılır(kolesterol), ardından çözüm sunulur(düşüren ilaçlar). Bunun için tüm kaynaklar seferber edilir.  Çünkü senede 30 milyar dolarlık bir kar beklenmektedir. (Tıpkı kuş gribi, domuz gribi, vb vakalarda olduğu gibi. Önce sorunu yarat, çözümü bulmuş gibi yap, zengin ol)

Peki nedir bu kolesterol?
- Kolesterol vücut tarafından steroid ve hormon üretsin diye görevlendirilir. Testesteron, estrojen ve kortizon hormonları vücuttaki sayısız işlevin yerine gelmesini sağlar.
- Karaciğerin safra salgılamasını sağlar. Yağların yakılması ve atıkların atılması için önemlidir.
- Hücre zarlarını stabilize eden molekülleri birbirine bağlar. Bütün dokuların yapı taşıdır.
- Beynin gerekli eletrik sinyallerini taşımada önem taşır. Hafıza ve odaklanma ile alakalıdır. Bu yüzdendir ki, kolesterol düşüren ilaçların yan etkisi olarak hafıza kaybı ve konsantrasyon eksikliği görülür.
- Bağışıklık sistemi için önemlidir. Özellikle erkeklerde yüksek kolesterollü olanların bağışıklık sistemleri daha güçlüdür. Bizi hasta eden pek çok bakteri LDL kolesterolü tarafından yok edilir.

Bu kadar önemli olan kolesterol vücüdun her yerine damarlarımız vasıtasıyla taşınmak durumundadır. Dolaşımı suyun ve yağın karışmaması esasına dayanır. Kendisi yağlı bir maddedir ve su bazlı kan ile karışamaz. Bu yüzden kolesterol lipoprotein denen özel taşıyıcılar tarafından taşınır(LDL). HDL ise kolesterolü karaciğere geri taşır. İkisinin de yapması gereken bir görevi vardır ve biri iyidir diğeri kötüdür denemez. Bu tamamen ticari bir uydurmadır. Kolesterolünüz yüksek yada düşük olsun, LDL görevini yapmaya devam eder. LDL ile kandaki pıhtının en ufak bir alakası yoktur.

Peki kolesterol neden değilse, kalp krizi neden kaynaklanır?
- Enfesksiyon
- Sigara
- Yüksek tansiyon
- Yüksek şeker
- Aşırı folik asit ve B12 vitamini eksikliği
- Aşırı kortizol (stres)
- Hantallık (egzersiz eksikliği)
- Aşırı C Vitamini eksikliği


Koroner kalp damarında bir hasar meydana geldiğinde vücut hemen hasar tespit yapar ve onarıma geçer. Bunun için de hasarlı bölgeye LDL gönderir. Hasar gören yerin kendisi hücre yenilemesi yapar. Damarın kendisi reaktif oksijen üretir.  Bu da bölgeye bağışıklığı artırmak için daha fazla hücreyi çeker. Bunların hepsi biraraya gelerek pıhtılaşmayı oluşturur. Pıhtılaşma tamamen vücudun savunma mekanizması sonucu kendi yarattığı bir şeydir. Düşük yada yüksek LDL değeriyle alakası yoktur.

Peki kapatıyorum. İlaçlara, ameliyatlara yada yüksek teknoloji gerektiren tedavilere o kadar muhtaç hale gelmişiz ki kendi hayatlarımız üzerinde sorumluluk almaktan uzaklaşmış durumdayız. Yanlış tedavi yada hatalı öneriler, hatalı dozlar yüzünden pek çok insan hayatını kaybetmiş yada yen etkiler yüzünden büyük hasarlar görmüştür. Özellikle hastanelerin acillerinde büyük kahramanlıklar gösteren doktorlara nazaran gözünü para bürümüş bazı doktorlar, şirketleşmiş hastaneler, ilaç firmaları ve hastalar yüzünden insanların hem hayatları hem de yaşam kaliteleri bozulmaya yüz tutmuştur.

Gerçek sağlık onu bulduğunda ona sımsıkı sarılmayı gerektiriyor. Çünkü onun değeri paha biçilmez. Satın alınamaz, takas edilemez. Sağlığınızın kıymetini bilin. Güzel beslenin, güzel yaşayın. Sevin sevilin. Affedin affettirin. Sevgiyi bir an olsun içinizden eksik etmeyin. Gerçek sağlık sadece kalpten istediğinizde sizin olacaktır.

Bütün hücreleriniz sevgiyle dolsun...


Not: Bu yazıda alıntı yaptığım sevgili Dr. Shane Ellison’ın “Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar” adlı kitabını bırakın Türkiye’de yurt dışındaki kitapçılarda bile bulamadım. Kitap çok popülerse yenisi niye basılmadı? Yoksa bundan rahatsız olanlar kitapları toptan satın mı aldı?


Profesörden şoke eden açıklama

"Yıllardır dokturum ilaçla iyileşen hastaya rastlamadım"



A Haber'de yayınlanan Mehmet Ali Önel Yönetimindeki Deşifre Programı'nda, dün akşam, sağlık sektörü mercek altına alındı.Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, Prof. Dr. Ahmet Özdoğan, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Prof. Dr. İlknur Aslanoğlu ve Prof. Dr. Gülümser Heper'in konuk olduğu programda, hastaların nasıl müşteri olarak görüldüğü, küresel tıp endüstrisi ve ilaç kartellerinin, dünya sağlık sistemine nasıl yön verdiği çok çarpıcı tespitlerle gözler önüne serildi.


"SAÇ BOYALARI MEME KANSERİ YAPIYOR"Programda söz alan, Prof.Dr. Ahmet Özdoğan, günümüzde önleyici tedavinin göz ardı edildiğine dikkat çekerken, "Bugün tıp önce hasta et, sonra tedavi et" anlayışı üzerine kuruludur. İlaç endüstrisinin ayakta kalabilmesi, hastalıkların sürmesi ve yayılmasına bağlıdır. Yıllardır saç boyalarının meme kanserine neden olduğunu söylüyoruz ama kimse duymuyor. Dünya'da 85 bin çeşit kimyasal katkı maddesi var, 3 bin çeşit gıda katkı maddesi var Neden? Çünkü sizi daha çok hasta etsin tedaviye para harcansın, endüstrinin çarkları dönsün." şeklinde konuştu.

PROF.DR KILIÇASLAN: ALLAH BİZİ SAĞLIK SANAYİNDEN KORUSUNGöğüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan da Türkiye'yi de kıskacına alan küresel tıp endüstrisinin neredeyse tüm ulusları kendisine bağımlı hale getirdiğine dikkat çekerken "Her sabah evden çıkarken, Allah bizi sağlık sanayinin eline düşmekten korusun diye dua etmek lazım" dedi.

"YILLARDIR DOKTORUM İLAÇLA İYİLEŞEN HASTAYA RASTLAMADIM"Hasta mıyız? Yoksa müşteri mi? sorusunun yanıtının arandığı Deşifre Programı'nda Kardiyolog Prof. Dr. Gülümser Heper'in şok eden açıklamaları dikkat çekti..

Heper: "Yıllardır doktorum, ilaçla iyileşen hastaya rastlamadım, ilaçlar hastalığı bir süreliğine uyutuyor, hastalık sonra tekrar nüksediyor. Ben hastalarımı uyarıyorum, ne olur bana hasta olarak gelmeyin. Hastalıklardan korunmaya çalışın. Koruyucu tedavi hastalığın tedavisinden daha önemlidir." uyarısında bulundu.

Küresel ilaç kartelleri ve tıp endüstrisinin dünya çapında sağlık hizmetlerini kontrol ettiğini belirten Heper, "Bu sisteme direnen ülke Küba'da sağlık hizmetleri ücretsiz, devlet tarafından karşılanıyor, bu yüzden birçok hastalık yok. Söz gelimi ne kolesterol hastalığı ne de kolesterol ilacına Küba'da rastlayamazsınız" dedi. 

PROGRAMI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN