Bu yazıyı okumadan
önce “Ataçı Bozun” adlı
makaleyi okumanız gerekmektedir. Zira devam niteliği taşır.
Ataçı bozmak kendini bedensel yada duygusal olarak
uzaklaştırmak demek değildir. Ataçı bozmak bizi karşı tarafa bağımlı kılan
titreşimlerden kendimizi özgürleştirmektir. Ataçı bozmak karşı tarafı her
zamankinden de daha çok sevmektir. Bunun yolu da onu bütünüyle, tamamen
sevmekten geçer. Ataçı bozmak sadece ve sadece sevgideki kişisel beklentilerimizin
ötesine geçtiğimizde, yani bu beklentilere ataç olmadığımızda gerçekleşir. “Let Go” yani bırakmanın gerçek anlamı
sanılanın aksine daha fazla sevmektir.
Hepimiz mutlu olmak isteriz, paralelinde de incinmemek.
Mutluluğu insanlara, sahip olduklarımıza, şartlara ataç ederiz. Bunları
kaybetme endişesi bizi kedere sürükler. Şartların değişmesi ihtimali bizi
mutsuz eder. Bu yüzden bizi tanımlayan duygulara ataç oluruz. Bunlar da malesef
genellikle olumsuz olanlardır. Hatta bundan kendine konfor alanı yaratanlar
olur.
Etrafımızdaki dünyayı kontrol etmeyi bıraktığımızda, sizi
tamamlaması için gereken özgürlüğü tanımış olursunuz. Bu şekilde bir bütün, BİR olursunuz. Bırakmak bu yüzden
önemlidir, bıraktığımızda mutluluk içeri girer.
Ataç olmadan bir hayat sürmek için daha fazla insanla
iletişime, etkileşime geçelim. Bu sayede dar alanda kısa paslaşmalardan
kurtulur, etrafımızdaki sınırlı sayıdaki insana bağımlı hale gelmeyiz.
“Birbirimizi tamamlayan elmanın iki yarısıyız” gibi sözlere aldanmamamk gerekir.
Kimse bir diğerinin yarısı olamaz. Siz kendi başınıza tam ve bir bütünsünüz. Bu
yüzden arasıra yalnız takılmakta fayda var. Kendi başımıza yetmeyi öğrenmenin
de, birey olmanın da zamanı geldi. Hobileriniz olsun, kitap okuyun, yürüyüş
yapın, hatta ve hatta “mal” gibi
hiçbir şey yapmadan durmanın keyfine varın, tüm bunları yalnız yapın. “Onsuz yapamam, edemem” gibi laflardan
özgürleşin. Ondan önce de vardınız. Onsuz da gayet ayakta durabilecek, şartlar
değiştiğinde her zamankinden daha güçlü kendinize yetebilecek ve hayatta
kalabilecek kapasitedesiniz.
Geçmişe mazi, geleceğe niyazi. Geçmiş adı üstünde geçmiş
artık. Kendimizi cezalandırmanın, kabullenmemenin, inkar etmenin sonu yok.
Geçmişe ataç olmayalım. Korkunun yerine sevgiyi koyalım. Sevdiğimiz şeye
odaklanalım ve listelerimizi hep sevgi üstüne oluşturalım. Değerli olduğumuzu
bilelim ve kendimiz ve insanlık için güzel şeyler yapmaktan kaçınmayalım.
Ataçın kökünde yanılgılar vardır. Ataç olduğumuz şeye
aslında var olmayan anlam ve değerler yüklemeye başlarız.
Yalnızsanız toplum ille de hayatınızda biri olması için size
baskı kurar. Belki çok güzel yada yakışıklı değil, belki çok utangaçız. Hayat yalnız geçer mi? Omuzunda ağlayacak
biri olmasın mı? işte onlara kanarız, yalnızlığımız batmaya başlar ve
birini bulma çabasına gireriz. Ve bulduk diyelim. Zavallı bulunan. Hayatı
boyunca doyurulmamış istek, ihtiyaç ve çöplerimizle onu boğmaya başlarız. Hele
bi de ihtiyaçlarımızı karşılamaya başlasın, adam için kadın (yada tam tersi)
vazgeçilmez olacak ve onu elde tutma ve kaybetme endişeleri başlayacak.
Karşılamazsa bu sefer mutsuzluğuna geri dönecek ama yine bunun sorumlusu
partneri olacak. Onu bırakırsa kedere ve yalnızlığa düşecek, sorumlusu yine
belli.
İşte ataçı bozmanın yanlış anlaşıldığı yer burda başlıyor.
Duygulardan ve bunu yaratan titreşimlerinden özgürleşmek yerine, sevdiğimiz
insanı terk etmek, ayrılmak, bir daha da “şeytan
görsün yüzünü” moduna girmekle karıştırılıyor. Ataç olmanın tersine
İnglizce’de “aversion” deniyor. Tam
tercümesi yok. Nefret, dışlama, hoşlanmama, hatta en birebir tercümesi “tiksinme”. Aversion Terapi diye Türkçemize
girmiş adıyla seanslar yapılıyor. Mesela sigaradan tiksindirme yöntemi ile
sigarayı bırakmanız sağlanıyor.
İliskideki ataçı bozma da yanlış anlaşılır ve yanlış
uygulamaya koyulursa, sevdiğiniz kişiden nefret etmeye, sürekli zihin çatışması
yaşamaya, onu kendinizden uzaklaştırmaya, onu asla bir daha görmek istememeye
başlarsınız. Bu ataç olunan herşey için geçerlidir. Paraya ataç olan biri bu
yolla hayatını bir çadırda mı geçirecek? Sevdiğine ataç olan biri hayat boyu yalnız
mı yaşayacak? Bu sefer ”kimse benim için
yeterince iyi değil. Aşk meşk zayıflar için. Benim yapacak önemli işlerim var”
demeye başlarız.
Ötekileştirip dışladığımız, nefret edip uzaklaştırdığımız
şeyle işimiz biti mi sanıyorsunuz? Aklımızın bir ucu hep onda olacak. Kiminle
beraber? Bensiz nasıl geçiyor günleri? Kıskançlık, merak ve hazımsızlık. Zıttı
bile olsa Ataç olmaktan çok da farklı değil. Yine ona bağımlı kaldık. Bir
şeyden ne kadar nefret edip uzak durmaya kalkarsanız ona o kadar ataç olursunuz.
Nefret titreşimleri güçlü bir duygudur. Ondan nasıl intikam alırım diyerek
sinsi planlar yapmak, her hareketini gizliden izliyor olmak, onla görüşmesen
dahi ortak eş dost, sosyal medya vasıtasıyla sürekli onun hakkında bilgi
toplamak, yada kendin hakkında onlar vasıtasıyla bilgi göndermek de ataçın bir
halidir. Hiçbir şey bitmiş değildir. Ataç devam eder., hem de patalojik
seviyede.
Bu yüzden ilişkinizde sorun varsa lütfen içinize dönün.
Hayatımıza giren her kişiyi hayatımızdan atmak benzer kişileri hayatımıza
çekmeye son vermeyecek. Değiştirmemiz gereken her defasında hayatımıza giren
kişi değil, duygularımızın yarattığı titreşimlerdir. Her defasında aynı frekansta
yayın yaparsak, bize hizmet edecek frekanstaki insanları üzerimize çekmeye
devam edeceriz. Her defasında da “hep de aynı insanlar beni buluyor” deyip mızmızlanıp
dururuz. Beraber olduğumuz kişi bizim hangi ihtiyaçlarımıza ilaç oluyorsa, ataç
olduğumuz şey bu ihtiyaçların karşılanıyor olması ve bunun bizde yarattığı
duygusal karşılığı, yani titreşimidir. Bizde eksik olanın dolduruluyor
olmasıdır. Besin kaynağı bizim ataç olduğumuz şeydir. Duygularımız,
hissettiklerimizdir. Kişinin bizzat kendisi değil. Dolayısıyla, kişi
hayatınızdan çıkarsa ataç olduğunuz şeyden mahrum kalıp derin üzüntüye
boğulursunuz. Besleneceğiniz duyguları yaratan kaynak gitmiştir. Koşa koşa
yalvar yakar peşinden gidersiniz. Yada artık sizi beslememeye başladığında onu
suçlamaya başlar, bu sefer tiksinme terapisi uygularsınız kendi kendinize.
Biz bi silkinip kendimize gelelim.
Daha doğrusu titreşip…