21 Ekim 2018 Pazar

Onu Seviyorsanız Yok Etmeyin!


Image result for woman alone clipart
Loryn B

Onu seviyorsanız yok etmeyin!

Bilin ki o daha önce de zarar gördü. Başka bir yok ediliş arzu ettiği bir şey değil. Eğer sizinle birlikteyse, bilin ki geçmişte yaşadığı tüm korkularının, güvensizliklerinin üzerine basa basa size doğru geldi. Sizinle olmak için… Size herşeyini açmış olabilir, tüm sırlarını paylaşmış olabilir, tüm travmalarını, acılarını, kötü deneyimlerle dolu geçmişini  size anlatmış olabilir. Bunları alın da onarın diye size anlatmadı. Nelere göğüs gerdi ve onu o yapan ve bugünlere getiren deneyimleri paylaşmak için anlattı sadece.

İhtiyacı olan ve önemsediği tek şeyin, sevgi, anlayış ve sabır olduğunu anlatmak istedi.  Bunları anlattı diye ona kırık bir vazo gibi de davranmayın.  O her parçası ile bir bütün.  Her yere saçılmış bile olsalar… Onu tüm parçalarıyla birlikte kucaklayın. Yeni parçalar eklemeden… Geçmişte neden bu sıkıntıları yaşadığını görmesini ve yüzleşmesini sağlayın. En kötülerin artık geride kaldığını ve en iyinin, yani sizin yanında olduğunuzun kıymetini bilsin.

Tüm geçmişini geride bırakarak sevgiye bir şans daha vermeyi seçti.  Size kalbini ve bu ilişkinin kendisini kendi elleriyle teslim etti.

Onu hayal kırıklığına uğratmayın!

Onu tanıdığınızı sandığınız an onu yok edersiniz! O daha önce okuyup sonunu bildiğiniz bir kitap yada seyrettiğiniz bir film değil. Henüz keşfedilmemiş bir eser. Bu yüzden her gün onunla ilk kez bir araya geliyormuşsunuz gibi gelin. (50 First Kiss gibi).

Orda olun. Duygusal yoksunluğunuzdan başka hiçbir şey ona bu kadar zarar veremez. Onunla koca bir gün geçirebilirsiniz, ama aslında orda onunla değilsinizdir. Bazen de başka şehirlerde bile olsanız oracıktasınızdır. Sizi hep hisseder.

Onu istemekten ziyade ona ihtiyaç duyduğunuzu hissederse yıkılacaktır. Sadece yalnızlığınızı gidermek için onunla olma fikri onun derin zarar görmesine neden olur.  Zira o sizin sevginizi her saniye arzuluyordur, sadece korkularını yenmek yada kendini güvende hissetmek için değil.

Sizin kendi geçmiş acılarınız size zarar vermiş olabilir. Onu sadece geçmişinizi taşıyan bavulu sırtlanacak biri olarak sevmeyin.  Sizi onaracak, yaralarınızı iyileştirecek biri olarak sevmeyin. Ancak bilin ki, zamanla, bunları bilmeden de olsa zaten fazlasıyla yapacaktır.

Onu sevdiğinize eminim.

Sevmeseydiniz onunla birlikte olmazdınız. Ama siz de sonuç itibariyle değişken duyguları olan bir insan olduğunuza göre, onu yanlış şekillerde sevme eğiliminde olabilirsiniz.
Ona ilk bakışta neler gödüğünüzü hatırlayın. Sizin için her şeydi.  Bu onun güzelliği olsun, vahşi doğası olsun, komik tarafı olsun, başına buyruk özgür tarafı olsun.. başka hiç kimsede bulamadığınız şeyler illa ki vardır.

Sizi en çok cezbeden ise onun bütünlüğü.  Onu seviyorsanız bırakın bu şekilde kalsın. Bırakın güzel kalsın, vahşi kalsın, bütünlüğünü korusun. Kendi kaderini kendi tayin ettiği, bunun efendisi olduğu sürece, onun hayatında ne kadar büyük bir rolünüz olduğunun farkına varın. Ona nasıl davrandığınız, onun da kendini nasıl gördüğünü tayin eder. Onu vezir de edersiniz, rezil de.  O elinizde tuttuğunuz narin bir parça ve dikkatlice ve güvenle tutulmaya ihtiyacı var.

Onun varlığı ve sevgisi her bi hücrenizi iyileştirecektir. İçinizdeki boşluğu doldurmak için onunla beraberseniz bunu anlayacaktır. Bu da ona zarar verecektir. Ve bilin ki, o da sizin bir şeyleri onarmanızı yada iyileştirmenizi beklemiyor.

Seviyorsanız, tüm kusurlarıyla sevin.  O da en az sizin kadar mükemmel değil.  Ve bunu sizinle paylaşmak istiyor. Ruhunun tüm çıplaklığıyla size sunmak ve tamamıyle kendi olmak istiyor.

Onu olduğu gibi kabul etmeye hazır değilseniz onu yok edersiniz. Onun için ne kadar emek harcarsanız, bilin ki o misliyle cevap verecektir. Ona ayı gösterin, önünüze galaksileri sersin.. Onu adam gibi severseniz sizi asla unutmaz.

27 Mayıs 2018 Pazar

Ataç'ı Bozun!



“…aslında ataç olduğunuz gerçekten kişinin kendisi değildir. Ataç olduğunuz şey, o kişiyle yaşadığınız deneyimler ve sizde yarattığı titreşimlerdir.”



İngilizce’de “attachment” diye bir sözcük vardır. Tam tercümesi o kadar zordur ki, duruma ve koşula göre kullanmak gerekir. Zira bir yandan bağlılılık, bağımlılık anlamına gelir; bir yandan üzerinize yapışan şey anlamına, diğer yandan omuzlarınızdaki yük anlamına dahi gelebilir.

Bundan sonra bu hale Ataç Olma hali diyelim.

Hayat bazen tam bir eziyet, çile haline gelebilir. Bunun baş nedeni ise tatminsizliktir.

Tatminsizizdir çünkü gerçek anlamıyla etrafımızda olan bitenin doğasını anlayabilmiş değilizdir. Bunun nedeni ise evrende var olan her şeyin birbirine bağlı oluşunu idrak edemeyişimizdir. Her şeyden ayrı ve farklı tuttuğumuz ve varlığına inandığımız bir “BEN” vardır ve bu Ben’e olan inanış iki ayrı sebep daha doğurur.

Kendimizin diğer şeylerden ayrı olduğu inancı beraberinde ataç olduğumuz, bağlandığımız, bağımlılık haline getirdiğimiz, tutunduğumuz, bel bağladığımız, yapışıp kaldığımız yada üzerimize yapışıp kalmasına izin verdiğimiz şeyi getirir. Yada tam tersi ayrılığı, ötekileştirmeyi, nefreti ve uzak durmayı…

Eziyet çekmemek ise elimizdedir.

Hayatı eziyet haline dönüştüren bağlılık ve ayrılığın yanılgı ve cehaletinden kendimizi kurtarabilirsek, o zaman herkesin ağzına sakız ettiği Nirvana’ya ulaşabiliriz.

Eğer “ataç olma” hayatı tatminsiz duruma sokuyorsa, o zaman “ataçı bozma” hayatı tatminkar hale getiren faktör olacaktır. Burda tavsiye edilen şey yanlış anlaşılmasın. Bağlı olduğununuz kişiyi yada deneyimi terkedin, ondan ayrılın demiyoruz.

Kendimizi diğer her şeyden ayrı tutmayıp, onlarla bir olduğumuzu idrak ettiğimizde, o zaman kimseye yada hiçbir şeye bağımlı olmak, bağlı olmak zorunda kalmayız. 

Ataç olmak için iki şeye ihtiyaç duyulur. Birincisi ataç olunan şey, ikincisi ataç olan kişi. Ataçı bozmada ise birlik ve bütünlük esastır. Var olan her şey ile bir bütün olduğunuzu düşündüğünüzde, o zaman sizin dışınızda kalan bir şey olmaz. O zaman da bir şeye ataç olmak da absürd bir olay haline gelir.

Ataç olmadan yaşamak demek, en başından beri ataç olunacak bir şeyin olmadığını bilmektir.

Peki hayatımızdaki bütün sorunlar nasıl oluyor da ataç olmaktan kaynaklı olabiliyor?

İnsanlarla yaşadığımız tüm problemler ataç olduğunuz hayat görüşünüzden ileri gelir. Her şey umduğumuz gibi sonuçlanmayınca, öfkemizin  nedeni beklenti içinde olduğumuz sonuçlara olan ataç'ımızdır. Bağlı olduğumuz nesnelere karşı yarattğımız ataç, onları kaybettiğimizde bizi hüsrana sürükler. İnsanlara olan bağlılığımız onları kaybettiğimizde aynı şekilde bizi yasa boğar.

En tehlikeli ataç hali insanlara olan bağlılık ve bağımlılıktır. Tehlikelidir çünkü insanları önceden kestirmeniz mümkün değildir. Her an değişim ve dönüşüme müsaittirler. Bunu nedeni ise hayat şartlarının sürekli değişken olmasıdır.

Birine ataç olma hali zort diye bir gecede gerçekleşen bir hadise değildir. Bu zaman alır. Güven hissi nasıl zaman istiyorsa, ataç olma hali de zaman ister. En baştan beri biriyle vakit geçirmeye başladığınızda (bu sevgili olur, patron yada lider olur, arkadaş olur, aileden biri olur, farketmez), aslında ataç olduğunuz gerçekten kişinin kendisi değildir. Ataç olduğunuz şey, o kişiyle yaşadığınız deneyimler ve sizde yarattığı titreşimlerdir. Ataç olduğumuz şey, bu kişinin bizde tetiklediği duygu ve düşüncelerdir. İyi yada kötü…

Sonuç itibariyle, zihnimiz bu yaratılan duygu ve düşünceyi, buna titreşim diyelim, haz verici, tatmin edici olarak tanımlar ve bu yüzden de bunu daha çok istemeye başlarız.

Ataç durumu oluşmaya başladığında, bu kez bu insanı kaybetme korkusunu yaratırız. Aslında bu korku, kişiyi kaybetme korkusu değildir, o kişinin bizde hissetirdiği duyguları artık yaşayamayacağımız korkusudur. Bu yüzden genellikle bizi iyi hissetiren insanlara ataç oluruz. Çünkü dış bir faktörün bizim mutluluk titreşimlerimizi tamamlamasına ihtiyaç duyarız.

Ataç olma hali sahiplenmeyi getirir. Benim sevgilim, benim oğlum/kızım gibi. İnsanlara sahip olamazsınız. Buna inanıyorsanız bu beraberinde onları kaybetme korkusunu da getirir.  Koşullu sevgiyi, aşırı korumacı, kıskanç, talepkar, onsuz yapamam halini getirir.

Ataç olduğumuz kişide gördüğümüz yada inandığımız mükemmellik hali ondaki diğer tüm olumsuzluklara gözlerimizi kapamamıza neden olur. Ataç olunca at gözlükleri takarız.
Doğum anından itibaren gelişen hayatta kalma içgüdüsü bizi hayata ataç eder ve bu da bizde ölüm korkusu yaratır.

Güney Hindistan’da insanlar maymunları yakalamak için tuzak kurarlar. Bir ağacın kovuğuna maymunun parmaklarını büzerek sokabileceği genişlikte bir delik açarak içine onun çok sevdiği şekerlerden koyarlar. Ancak maymun elini kavuktan içeri sokup şekerleri avuçladıktan sonra yumruk haline gelen elini bu sefer dışarı çekemez. Elindeki şekerleri de bırakmak istemez. Kurtulabilmesi için şekerleri bırakması yeterlidir ama bunu yapmaz. Şekerlere ataç olmuştur bir kere.  Kendi kendini hapseder oraya.

İşinize ataç olursunuz, prestijinize, ününüze, şan şöhrete ataç olursunuz, bunları o kadar sahiplenirsiniz ki gözünüz başka birşey görmez hale gelir. Elinizdeki şekerlere yapışıp kalırsınız.

Törelere, geleneklere, onurlarına, aile şereflerine, namuslarına ataç olanlar, bu uğurda saçma sapan işler yapabilirler.

Kaçımız kendini ataç olduğu şeyin kölesi/mahkumu haline getirmiştir?

Ataç olma hali kurban zihniyetidir. Yapabileceğiniz başka hiçbir şey yoktur. Sorunlar inkar edilir. Olan biten hep başkalarının, dış etkenlerin suçudur. Bu şekilde iyi hissedersiniz. Bu duruma ataç olursunuz. Kabul etsek de etmesek de her zaman deneyimlerimizden sorumluyuz. Birileri elbette size bir şeyler yapmış olabilir, başınıza bir şeyler gelmiş olabilir ve siz onları suçlamayı tercih edersiniz, ama size yapılan yada başınıza gelen ne olursa olsun, bu duruma karşılık yaratacağınız duygu ve düşüncelerin titreşimlerinden sadece ve sadece siz sorumlu olacaksınız.

Kurban ve kurtarıcı birbirlerine ataç olurlar. İkisi de kendilerinde olan eksikliği diğeri ile tamamlama derdindedir. Patolojileri birbirine kusursuz uyar. Kurban ataç olma halini bozmamak için daha fazla sorunlar çıkarır. Kurtarıcı gerçekten bu sorunlara aldırdığından değil ama sevgiyi elde edebilmek ve hak edebilmek için kurbanın sorunlarını çözmek zorunda hisseder. Bir süre sonra bu role kendini o kadar kaptırır ki, gerçek rolünden uzaklaşır. Her iki zihniyetin de niyeti bencil ve koşulludur. Bu nedenle kendilerini sabote edip dururlar, kurtarıcı rolü oynamaktan sevgili (yada eş, dost, baba vb) rolü oynamaya vakit bulamaz ve saf aşk, gerçek dostluklar yaşanamaz.

Bazen iki taraftan biri diğerinin üstlendiği rolün farkında bile olmaz. Yada kendi rolünden sıyrıldığında yada onunla  işi bittiğinde her zamanki işlerine güçlerine geri döner ve diğeri dımdızlak ortada kalır. Bazen rolüne ataç olan, diğeri üzerinde başkalarına hiç gösteremediği özel yeteneklerini gösterme imkanı bulur (şifacılık, sevgi, analık, babalık..). Bu sefer de sürekli bunun sağlamasını yapmak ister ve kendini ve diğerini çıkamadığı bir döngüye sokar.

Kurban gerçekten sevse, “bu benim sorunum, sen bunu benim için çözemezsin, bırak ben kendim çözeyim, sen sadece bana destel ol” der. Kendi sorunların için bunların titreşimlerinin sorumluluğunu almak... Kurtarıcı gerçekten kurtarmak istese “otur da kendin hallet, ben sadece sana destek olabilirim” diyerek kendi ayaklarının üzerinde durmasına destek olabilirdi. Her iki durum da gerçek aşkın, gerçek dostluğun ortaya konması olurdu. En büyük önceliğimiz sürekli kendimizi iyi hissetmek yada ataç olduğumuz kişiye kendini iyi hissettirmek olursa sonuçta kimse iyi hissetmez.

Kurban olmayı mı seçim ustası olmayı mı seçiyorsunuz?

Somut çözüm ataçı bozmaktır. Bir şeye yada kişiye olan ataçı bozduğumuzda, tamamen bırakmış, terketmiş yada ayrılmış olmuyoruz. Sadece artık o kişiyi yada şeyi daha sağlıklı bir şekilde ilişkilendirmeye başlıyoruz.

Kimse kimseye yada bir şeye bağımlı olarak yaşamak istemez. Bu yüzden ataçı bozmak elzemdir. Şartlar şu anda ataç olduğunuz şeyle süper mutlu olmanıza müsade etse de, gün gelir şartlar değiştiğinde, o kişi artık sizin beklentilerinize cevap vermez duruma geldiğinde bu sefer tam bir hayal kırıklığı ve hüsranla sonuçlanacak bir durum yaşarsınız.

Ataç olma hali tam bir bencilliktir. İhtiyaçlarınızın ve beklentilerinizin karşılanması, sizdeki eksiklerin tamamlanması, hislerinizin yukarı taşınması esastır. Bunlar yerine gelmediğinde derin hayal kırıkları yaşanır. O insanı terk edersiniz yada terk edilirsiniz ama ataç olduğunuz bu beklentilerle dolu duygu ve düşüncelerden özgürleşmezseniz, hep de bu tip insanlara ataç olmaya devam edersiniz.

Birine olan ataçı bozduğunuzda, o kişiye beklenti içinde olmakla özgürleşirsiniz. O zaman mutluluğunuz daha gerçekçi olur. Kendi dışımızda bir arayışa girmeden de kendimizi tam ve bütün hissetme imkanı yaratırız. Dışarıdan gelecek her türlü mutluluk sadece ve sadece bizim mevcut mutluluğumuza katma değeri olan bir eklenti olabilir, birinin varlığına yada yokluğuna bağlı olmaksızın.

Ataç olma halinde beklentiler vardır. Kırmızı çizgiler vardır. Roller vardır. Alışkanlıklar vardır. Bağımlı hale geldiğiniz duygu ve düşünceler, hisler vardır.

Ataç olduğunuz kişiye ait özellikleri abartarak zihninizde olmayan şeyler yaratmaya başlarsınız. Size kendinizi iyi hissettiren özelliklerine, sizde yarattırdığı hislere, ona yüklediğiniz role ataç olursunuz. Bu da sizi ona karşı bağımlı kılar.

Ataçı bozduğunuzda koşulsuz sevgi devreye girer.
Ataç olma hali, birinden ayrılmayı istememenin abartılmış halidir.
Dayak yiyen kadının, karakoldan çıkıp yine kocasının yanına gitmesi bile bir ataç olma halidir. Dayak bile yiyiyor olsa bildiği, alıştığı, ataç olduğu şey kocası ve onunla yaşadığı deneyimdir. Alternatifin nasıl bir şey olacağı konusunda bir fikri yada deneyimi yoktur. Bu yüzden de yine dayak yiyeceğini bildiği halde ataç olduğu şeye geri döner.

Ataçı bozduğumuz kişiye ne olur? Onlar da mutlu olmaya başlar, çünkü üzerlerine yük olarak aldıkları kurtarıcı rolüyle vedalaşma imkanı bulurlar ve bundan sonra bizim için yapacakları her şey daha içten ve zorlamadan olur. Bu sayede gerçek aşklar ve dostluklar yaşanabilir.

Psikologlar genellikle ilişkileri çubuklarla anlatırlar. İki çubuk vardır. Bunlardan biri dik, digeri ise ona dayanmış şekildedir. Dik duran çekildği anda diğeri düşmeye mahkumdur. Çünkü yaslanan dik durana ataç olmuştur. İkisi de birbirine yaslanmış olabilir. O zaman ikisi de yeri öpecektir. Ama ikisi de dik durmayı başarırsa o zaman gerçek sevgi vardır.

Diğerleriyle olan ataçı bozmak için önce kendimize gelmemiz gerekiyor. Önce kendimizi yeterince sevmeliyiz. Bir bardak düşünün. İçinceki suyla beraber bu siz olun. Bardağın içindeki suyu çıkarıp içine ataç olduğunuz kişiyi koyarsanız artık siz olmazsınız. Ataç bozmak için önce bardağı tekrar kendinizle doldurmanız gerekir. Önce kendinizi sevin. Sizdeki eksik tarafları, şeyleri başkasının doldurmasını beklemeyin. Kendinizi sevmeye başlamak başkalarının sizi sevmesini istemiyorsunuz anlamına da gelmez. Sevin sevilin.

Ataç olduğunuz kişi yada deneyimle aranızda eterik bir bağ vardır. Buna görünmez bir kordon diyelim. Bu görünmez ama var olan kordonlar üzerlerinde enerji taşırlar. İlişki sağlıklı ise tatmin edicidir. Değilse yine de enerji akışı çift taraflı devam edebilir. Bu bağın devam etmesi, yeni ilişkiler yaşamanıza izin vermez yada zarar verir. Çünkü içerlerde bir yerde hala geçmişten gelen ataç olmaya devam ettiğiniz titreşimler vardır. Ve döngü bunları tetikleyerek habire ortaya çıkrarır.

Bozduğunuz her ataç ile yeni şeylere, yeni deneyimlere yer açarsınız. Ataçları bozmazsanız, hayatınızdaki kişileri değiştirmeniz yada terk etmeniz bir şey değiştirmez. Çünkü ataç olduğunuz geçmişiniz, deneyimleriniz, bunların sizde oluşturduğu titreşimlere olan bağımlılığınız, tekrar tekrar size aynı insanları ve deneyimleri getirmeye devam edecektir.Yeni bir insanla dahi olsanız, eski sevgilinizle olan ve ataçı bozmadığınız bir duygu, deneyim, titreşim tetiklenecek ve döngü devam edecek.

Ataçı bozma hali, döngüye giren tüm problemlerden özgürleşme halidir.
Gemileri yakıp, herkesi terkedip, pılıyı pırtıyı toplayıp bir tapınağa kaçarak tüm problemlerinden kaçabileceğini düşünmek değildir. 

Size artık hizmet etmeyen her türlü duygu ve düşünceyi, titreşimi hayatınızdan çıkarın.

Elinizdeki şekerleri bırakın ve özgürleşin!
Ataçı bozun!