6 Ekim 2015 Salı

TAO

Çin’de bir süre kalıp Qigong ve TaiChi eğitimleri alıp geri döndüğümde, kendi ailem bile Tao Te Ching öğretilerinden dolayı bana dinden çıkmış muamelesi yaptı.
Şunu baştan ifade etmeliyim ki Taoizm bir din değildir. Tüm dinlerden daha eski bir felsefe, daha doğrusu bizim deyimimizle bir nasihatnâmedir.
Bizim aksimize haritanın doğusunda birbirine karşıt inanç ve düşünceler üzerine değil, karşıtların birliği ve bütünlüğü üzerine kurulu bir algı vardır. Bunun ilk kuralı ise doğayı olduğu gibi kabul etmekten geçer. Bu kabulleniş, bilimsel yaklaşımlar sergileyerek değil, sadece gözlemci kalarak gerçekleşir. Doğaya müdahale, sırlarını çözme, üstün gelme çabası yoktur. Yağmur bulutları yaratmak, yapay depremler oluşturmak, su yataklarına HES’ler (hidro elektrik santrali) kurmak, ormanları rant ya da insan çıkarı uğruna katletmek gibi şeyler yoktur. Sadece doğaya uyum sağlamak vardır. Onun bir parçası olduğunu idrak edip, onunla bir olmayı kabul etmek vardır.
Doğanın işleyişi konusundaki bilimsel çalışmalar kışkırtıcı rol oynar. Doğa karşısında saygılı bir cehaletle susmak ise bilgenin yoludur.
Pek çok kişi Taoizme mistik bir yaklaşımla bakar. Halbuki mistik inanış bir Tanrı arayışıdır. Taoizmde Tanrı yoktur. Güncel yaşamla ilgili nasihatler vardır. İçinde Tanrı geçmiyor oluşu pek çok kişi tarafından dinsizlik olarak da yorumlanır. Atesit inanış diyenler de vardır. Taoizm bir din ya da inanış değildir. Ne tanrıdan ne de tanrısızlıktan bahseder. O sadece bir yoldur. Tao’nun kendisi ise açıklanması çok zor bir kelimedir. Taoizmdeki nasihatlerin günümüzün kibirli, açgözlü, hırslı, paragöz, maddiyatçı, çıkarcı, bencil ve acımasız toplumlarını yola getirmesini düşünmek zordur. Ancak yine de sırf bu saydıklarımdan dolayı da Taoisme ihtiyaç kaçınılmazdır. Zira o hiç bir inanç gurubuna olmasa da herkese hitap eden bir öğretidir. Lakinz bu öğreti yine de maddi başarı ve kariyer üzerine kurulu, sömürmeyi ön planda tutan sistem tarafından dışlanır.
Taoizmde doğa sorgulanmaz. Doğayla bütünleşip bir olmayı başaran insan, batılı felsefede natüralist olmayı başarır. Toplumsal örgütlenmeler doğaya uyumu imkansız hale getirebilir, çünkü doğal olana müdahale söz konusudur. Toplum kurallarına uymaya başladıkça insan doğadan kopmaya başlar.
Batılı sistem zayıf ve fakir ülkeleri kendi çıkarları uğruna sömürmeye ve kullanmaya devam ediyor. Bu sömürü düzenine aykırı herhangi bir öğreti Avrupa ve Amerika’nın ideolojisine ters düşer. Eğer batılı düşünce devam ederse insan kendi sonunu hazırlıyor demektir; ama bir umut, doğulu düşünce kazanırsa yeni bir uygarlık aşamasına ulaşmış olacağız.
Dünyanın silkinmeye ve daha yaşanabilir bir yer olmaya ihtiyacı var.
Her ne kadar öğreti Çin’den de gelse, batılı sistem türlü oyunlarla tıpkı Rusya’ya ve diğer ülkelere yaptığı gibi Çin’e de sinsice girip, başta gençliği yozlaştırıp çürütmenin, değerleri yok etmenin yollarını aramaktadır. Bunun en bariz örneğini evinde bir süre kalma fırsatı bulduğum hocamdan duydum. Kendisi ulvi öğretiler peşinde koşarken, çocuğunu sırf iyi İngilizce öğrensin diye gönderdiği kolej deneyiminden sonra bana sadece şunu söyledi: “O artık bir Çinli değil!”
Eğer Çin, Batıyla teknoloji alanında işbirliği ve rekabet içine girerken kendi değerlerinden uzaklaşmaya başlar ve kapitalist düzenin büyüsüne kapılırsa, haritanın o kısmı da hastalanacak demektir.
Bruce Lee’nin su gibi olmayla ilgili videolarını hepimiz izlemişizdir. Su yeri geldiğinde engelleri aşar, yeri geldiğinde çukurları doldurur. Zayıf görünse de kayaları aşındıran odur. Boşluk Taozimde bir potansiyelin varlığına işaret eder. Her şey mümkündür, hiçbir şey için geç değildir. Dolu olanın ise başka seçeneği kalmamıştır. Ya dolu kalmak için savaş verecek, yeni olan her şeyi reddedecek, ya da boşalmayı bilecektir.
Bu yüzden öğretide rekabete yer yoktur. Azla yetinmek, mütevazi bir yaşam sürmek esastır. Eşya biriktirmek, maddiyat ve değerli şeyler büyük yüklerdir. Zira bunlara sahip olmak bu sefer onları korumayı ve elde tutma çabasını, ve hatta kaybetme korkusunu beraberinde getirir. Rekabet etmeyen insanlar birbirine daha saygılı ve sevgi dolu olurlar. Arkadan iş çevirmezler. Kavga etmezler. Yardımsever olurlar ve yardımı çıkar için yapmazlar.
Nüfusu giderek artan, kaynaklarını ise hızla tüketen insanoğlu doğadan gittikçe uzaklaşmıştır. Tüm bunlara rağmen ihtiyaç fazlası üretim devam etmekte, üretim fazlası da üremenin çoğalmasına yol açmaktadır. Kapitalist düzen her şeye rağmen her gün daha da fazlasını istemekte, kimse azla yetinmemektedir. İnsanları daha fazla istemeye iten sistem daha fazla üretim yapar ve daha da zengin olur.
İnsan dışında her şey doğaya uygun yaşar. Çiçekler, ağaçlar, börtü, böcek tüm canlılar ve varoluş doğayla uyum içindedir. Bir çiçek başka bir çiçeği renginden ya da daha güzel koktuğundan dolayı yargılamaz. Üzerine kar yağdığı zaman küfretmez. Bir hayvan başka bir canlıyı tamamen yok etmeye yönelik yaşamaz. Avlanmanın ya da bölgesini korumanın dışında keyfi bir saldırıda bulunmaz. Eskiden bu durum insanlık için de geçerliydi. Avcı-toplayıcı toplumlar da aynı mantıkla yaşardı. O zamanlar kabileler vardı. Herkes kendi bölgesini korumak için diğerine saldırır ancak hiçbir zaman diğer kabileyi yok etmeye yönelik bir hırsa kapılmazdı. Böylece herkes kendi değerlerini korumuş olurdu Tüm bu düzen tarım devriminin gelmesiyle insanların yerleşik hayata geçmesi ve köylerin, derken kasabaların ve krallıkların, imparatorlukların kurulmasına kadar giden süreçle bozuldu. Yerleşik hayat süren ve sürekli üreten insanlar, sürekli de üremeye başladı. Zira üretim ve üreme arasında inanılmaz bir denge vardı. Son yüzyılın sadece son yarısı bile olmayan bir zaman diliminde insan nüfusu iki katına çıktı.
Bir yandan Taoizm anlatayım diyorum, diğer yandan kopup gidiyorum.
Tao Te Ching olayların doğal seyrine müdahale etmeme anlamına gelir. Yani olayların kendiliğinden oluşmasına izin vermektir. Yağmur istiyorsan çamura küfretmeyeceksin. Yağmur doğal yoldan yağarsa senindir ama yağmur bulutları yaratmaya çalışıp, yapay yağmurlar yağdırmaya çalışmak doğaya müdahaledir. Sadece ihtiyaç fazlası üretime dur diyerek nüfus planlaması yapabilecekken, insanlara kondom dağıtmak ya da bir takım virüsler üreterek veya depremler yaratarak kitlesel azalmalar yaratmak çözüm değildir. Nasıl yaratıldığını ve işleyişini bilmediğiniz bir şeye, biliyormuş gibi müdahale etmek ve ona üstün gelmeye çalışmak, ona sadece uyum sağlamaya çalışmaktan daha zor ve aptalcadır.
Kendine uygarlık diyen ve sırf kendi çıkarları ve sömürgeleri uğruna yüz milyarlarca insanın ölümüne neden olan Batı uygarlığı uygarlık lafını kesinlikle hak etmiyor.
Öldürmemek, rekabet etmemek, sevmek ve mütevazilik… bunlar Taoizm’in temel ilkeleridir. Bu hiçbir toplumun tarihinde yok. Çin’in tarihinde de yok. Dinlerin tarihinde bile yok. Kitaplarında yazmasına rağmen… Dini yayma uğruna öldüren, kendi dindaşları arasında bile birbirini hâlâ öldüren toplumlar mevcut. Müslüman’ı Müslüman’a kırdıran batı, çıkarları uğruna uygarlığını kaybediyor. Dindar kesilen Ortadoğu ise cehaletinin, öfkesinin ve sevgisizliğin kurbanı oluyor. Bu yüzden Taoizm taze bir ihtiyaç olarak hala gerekliliğini koruyor.
Yin-yang, yani karşıtların birliği, dünyaya denge getirecek tek kavramdır. Her şey zıddıyla birdir. Yin-Yang’la ilgili daha önceki yazımıa Kim Yin Kim Yang linkinden ulaşabilirsiniz.
Tüm tarih boyunca en mutlu toplumlar ilkel köy toplumları olmuştur. Yerleşik yaşam sonucu ulaşılan kentsel ve kurumsal yaşam bizi bitiren şey olmuştur. Otorite insan ve toplum üzerinde bir güç inşa eder. İnsanlar da bunu körü körüne kabul ederler. Hiçbir devlet otoritesi toplumları şimdiye dek mutlu etmeye yetmemiştir. Bundan sadece otoriteler sorumlu değildir. İnsanlar da hiçbir zaman öğretideki kadar masum değildir. Dünya sömürülemeyecek kadar zengin ve özgürdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder