5 Haziran 2015 Cuma

Zihinsel Oruç

Malum Ramazan yaklaşıyor. Bu yazıda hem bedensel hem de zihinsel oruca yer vereceğiz. İkisinin de birbirine faydası tartışılmaz. Uzun yazılar yazdığımın farkındayım. Sabırla okumanızı tavsiye ederim.
Ramazan ayı iş veriminin en çok düştüğü zamandır. Çalışanlar en çok bu zamanda performanslarının ve konsantrasyonlarının düştüğünü söylerler. Pek çok yer sırf bu yüzden çalışma saatlerinde esneklik yaratır. Ancak bu orucun açılma saatini değiştirmez.
Açlık boş bir midenin varlığına işarettir. Bunun bedenimizdeki mevcut enerjinin düşmesiyle alakası yoktur. Açlık tamamen beynin ürettiği bir olgudur. Bu yüzden de beynin yarattığı açlık düşüncesi insanı gün boyu beta modunda rahatsız etmeye devam eder (bakınız Alfa In Beta Out adlı yazım). Hayatta kalma titreşimleri, yaydığımız beta modunda insanın sağlıklı düşünmesini zorlaşır. Açlık hissinin rahatsızlık vermesinin nedeni beynin sadece bu konuya odaklanmasından kaynaklıdır. Bunu gün boyu mesele haline getirir. Aslına bakarsanız mesele haline getirilmiş, sevgiyle yapılmayan işten de hayır gelmez. Günün sonu genellikle ziyafet masalarında, intikam alırcasına yenen yemeklerle sona erer. Gün boyu aç bırakılan beden, günün sonunda maruz kaldığı bombardımanla faydadan çok zarar görmeye başlar.
Düşünmek, hatırlamak, odaklanmak, hesaplamak, ölçmek, biçmek, çözmek gibi işlemler için beynin yeterli miktarda glikoza ihtiyacı vardır. Oruç esnasında bedene giren glikoz miktarında geçici bir süre düşüş yaşanır. Glikoz tek başına beyin için gerekli yegâne yakıtlardan biridir. Dolayısıyla yetersiz glikoz miktarından dolayı oruç esnasında insanlar odaklanma ve hatırlama konularında sıkıntı yaşarlar.
Beden glikoz miktarında azalma hissettiğinde bunu telafi etmek için bedenin kendi içindeki kaynaklara yönelir. Bunun için de mevcut proteinleri ve glikojenleri kullanır. Bu telafi sistemi beyne 24 saat glikoz sağlayabilecek kapasitedir.
Kimi inanışlarda, Nirvana’ya ya da tanrıya ulaşmanın yolu olarak çok ağır oruçlar tutulur. Günlerce haftalarca hiç yemek yenmediği olur -akşam da dahil. Kısa süreli oruçta bedenin kendi ihtiyacını nasıl karşıladığını söyledik. Uzun süreli ve ağır oruçlarda ise beynin bu ihtiyacı keton denen oluşumla karşılanır.
Ketonlar, vücut enerji için yağ hücrelerini parçaladığında ortaya çıkar. Bu olay yeterince ensülin almadığınızda, vücudunuz enerji için şeker yerine yağ kullanmaya başladığında meydana gelmektedir. Yemek yemediğiniz için aç kalmış olabilirsiniz veya bazı nedenlerden dolayı vücudunuzda yeterince ensülin olmayabilir. Yağın enerji olarak “yakılması” sonucunda ortaya keton cisimleri çıkar. (Dunstan, C. (2010). Blood ketone monitoring in type 1 diabetes).
Glikozlara nazaran ketonlar çok daha iyi bir enerji deposudur. 100 gram keton cismi, 11 kilogram ATP üretecek yapıdadır. Bu yüzden glikoz yerine ketonların yakıt olarak kullanımı beyinde ciddi metabolik değişimlere yol açar. Sinir hücreleri hafızayı kaydedip gerektiğinde geri çağırmak, bilgiyi harmanlamak, düşünmek ve hayal etmek için kullanılır. Bunu da bir seri elektriksel dürtülerle yaparlar. İşte bu dürtüler, normalde glikozla sağlanan dürtülerden çok daha derin ve daha önce hiç deneyimlemediğiniz dürtüler olabilir. Bu bazen ölüm ötesi deneyim yaşayan insanların gördüklerine benzer deneyimler yaşatabilir. Aynı deneyimi bu uzun süreli orucu meditasyonla birleştiren Tibetli rahipler de yaşarlar.
Geçmişte atalarımız derin meditasyon ve ruhsal şifa için hep oruç tutmuşlar. Modern tıp şimdi daha yeni bunun üzerinde çalışmalara başladı. Bu çalışmaların doğrultusunda görülen şeylerden biri de, hem orucun bağışıklık sistemindeki bozulmayı engellediği, hem de bu sistem içindeki hücre ve kan yapımını artırdığı. Bunun yanı sıra yaşlı ve ölü hücrelerin de vücuttan atıldığı gözlenmiş.
Kemoterapi kanserli hücreleri yok etmesiyle bilinir, ancak gerçek şudur ki kurunun yanında yaş da yanar. Bağışıklık sisteminiz altüst olur. Biri yanınızdan hızla geçse, rüzgarından nezle olacak kadar zayıf düşersiniz. Burada ise durum farklı. Oruç kemoterapinin aksine sadece gitmesi gerekene yol verir. Hatta kemoterapiyle beraber yapılırsa onun yan etkilerini de ekarte eder.
Açlık hissi doğduğunda, sistem enerjiyi daha sonra kullanırım mantığı ile depolamaya başlar. Bunu başarabilmek için de gerekli olmayan ölü, hasta yada yaşlı hücreleri geri dönüşüm amacıyla kullanmaya başlar. Yani şöyle düşünün: kanserli hücreler yediğiniz şeylerden beslenirler. Özellikle şekere, unlu mamüllere ve asidik gıdalara bayılırlar. Yani siz beslenmenize dikkat etmezseniz kurtulmak isteğiniz kanseri kendi elinizle besleyip büyütmeye devam edersiniz. Oruçta ise tam tersidir. İyi hücreler aç kaldığında, kötü hücrelere saldırırlar ve onlarla beslenirler. Vücut kendi başına şifa bulmaya başlar. Bu yüzden de vücudu kendi haline bırakmak gerekir bazen. Bunun en iyi yollarından biri de oruç tutmaktır. Ya da günümüzde tercih edilen daha havalı adıyla detoks…
Gelelim zihinsel oruca…
Vücudu kendi haline bıraktığımızda, yani dışarıdan gıda takviyesini kestiğimizde, vücudun nasıl kendi kendini iyileştirdiğinden bahsettik. Ne iyi gıda, ne kötü gıda sıfır gıdayla olayı hallettik!
Aynı şey zihin için de geçerli.
Gün boyu zihnimiz çöplük gibi düşünceler içinde yüzer. Aynı anda pek çok işi yapmak durumundasınızdır. Kafada bin tilki cirit atar. Yattığınızda bile beyin problem çözmeye devam eder. Hatta bu sizi uyutmayacak dereceye kadar varır. Düşüncelerin çokluğundan dolayı tek bir şeye odaklanmanız zorlaşır. Düşünce, öfke, üzüntü, endişe, korku gibi duyguları yaratır. Düşünceleriniz sizi hasta etmeye varıncaya kadar haddini aşar.
İşte bu noktada aynı bedensel oruçtaki gibi zihinsel oruç devreye girer. Bunu yapmanın en kolay ve etkili yollarından biri meditasyondur.
Zihinsel oruçta gelen düşüncelerin farkındalığı vardır ama onlara takılmazsınız. Yol verirsiniz giderler. Öyle bir an gelir ki artık düşünmemeye başlarsınız. İşte bu sizin için paha biçilmez, en kıymetli andır. Bu, hiçliğe ulaşılan andır. Düşünceler sizi zehirleyen, hasta eden kımıl zararlılarıdır. Onlardan kurtulmak kadar değerli bir an yoktur. Düşünceler enerji demektir. Enerjiler de maddeye dönüşür. Her düşünce önce bedeninizde maddeleşir. Yani her düşünce bedeninizle özdeşleşmeye başlar. Bağırsaklarınız hazmetmeyle alakalıdır. Hayatta hazmedemediğiniz her türlü düşünce gidip bağırsağınızda da hazmedilemeyen şeye dönüşür. Karaciğer kanı zehirli atıklardan temizler. Zihninizi zararlı düşüncelerden arındırmazsanız bu sizi içten içe zehirlemeye başlar. Korkularınızdan arındırmazsanız böbrekleriniz taşla dolar ya da böbrek üstü hormonları yüzünden depresyona girersiniz. Her düşüncenin etkilediği illa ki bir organ yada sistem vardır.
Dolayısıyla zihin ve beden ayrılmaz bir ikilidir. Aslında buna üçüncü ve en etkili eleman da dahil olur. O zaman beden-zihin-ruh dengesini kurarsınız.
Zihinsel oruçta bedensel oruçta yapılan yanlışlar yapılmamalıdır. Yani tüm gün oruç tutup, açlık hissi ile eziyet çekip, akşam intikam alırcasına yenen yemek misali, zihinsel oruç tutup kendinizi düşüncelerden arındırıp ardından bombardıman şeklinde düşüncelerin içine düşerseniz olmaz. Meditasyon gün içinde 20 dakika ya da yarım saat yaptığınızda sizi sakinleştirir, dinlendirir ama asıl meditasyon bu değildir. Meditasyon farkındalığınızın her an açık olduğu, her an ve her dakika medite halde olduğunuz konumdur. Yani 20 dakikalığına alfa moduna geçip sonra tekrar beta moduna geçmeniz size uzun vadede bir kazanç sağlamaz. Bu aynı, kısa süreli ve yaşam tarzı haline getirilemeyecek diyetlere benzer.
Zihinsel oruçta olumlu düşünce yoktur. Olumlu düşünme olumsuz düşünceleri bastırarak gerçekleşir (bakınız Türkçede OlumlamaTürkçe'de Olumlama adlı yazım). Meditasyonda ne olumlu ne de olumsuz düşünceye yer vardır. Olumlu da olsa olumsuz da olsa gelen her türlü düşünceye yol verilir. Zira zihin kainattaki en büyük ayrımcıdır. İyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi kavramlarla ikiciliği (düalite) yaratan baş ayrımcı zihindir. Nötr olmak zihni yenmenin tek yoludur. Zihinsel oruçla bu sayede kendiliğinden olumlu düşüncelerin olumsuzların yerini almasını zaten sağlarsınız. Bu da ruhunuzdan gelmeye başlar. En saf, en doğal, en temiz haliyle. Bu sayede beden-zihin-ruh bütünlüğünü yakalarsınız.
Kapatırken kutsal Ramazan ayı için vereceğim en güzel mesajı sizle paylaşmak istiyorum:
Gülümsemek orucu bozmaz :-)

NÖTR OLMAK - HİÇLİĞİN BİRLİĞİ

Şimdiye dek hep pozitif ve negatif düşüncelerden, dualiteden, yin yangdan filan bahsettik ve hepsinin sonunu herşeye karşı nötr olmakla bağladık. Okurlardan gelen yoğun istek üzerine nötr olmayı açmaya başlayalım.
Nötr olmak, İngilizce’deki karşılığı “neutral”, yani tarafsız ve atıl olmak anlamına gelir.
Aydınlanmaya giden zorlu yolda, hiçbir tercihi olmayanlar  yolu en kolay yürüyecek olanlardır. Birşeye ne kadar çok sarılır ve onu saplantı yada takıntı haline getirirseniz; başka bir deyişle size yapışmasına izin verirseniz; yada tam tersi önünüze gelen herşeyi elinizin tersiyle iterseniz, inkar eder, olduğu gibi kabul etmezseniz, işleri zorlaştırısınız. Ne sarılmanın, ne de itmenin olmadığı o anda, herşey yapmacık olmaktan çıkar ve  açıklığa kavuşur.
Eğer asıl gerçeği görmeyi hedefliyorsanız, o zaman hiçbir şey hakkında fikir yürütmeyin. Ne taraf tutun ne de karşı durun. Sevmediğiniz birşeye karşı sevdiğiniz birşeyi koymak, sadece zihnin hastalıklı bir eyleminden başka birşey değildir.
Aydınlanma yolunda yürüyeceğiniz yol o kadar uçsuz bucaksızdır ki, içinde ne birşeyler çok fazladır, ne de eksiktir.  Hiçbir şeyin gerçek doğasını göremediğimiz için, insan olan bizler hep seçim yapmak durumunda hissediyoruz. Kabul yada red...
Ne sizin dışınızda gelişen şeylerin, ne de kendi içinizdeki hiçliğin içinde yaşamaktan vazgeçin. Sadece herşeyle “bir” olmayı baaşrdığınızda, o zaman tüm karmaşa yok olmaya başlayacaktır. Durağan olacam diye aktif olmayı bıraktığınızda, bu yoldaki mücadeleniz sizi yine aktif yapacaktır. Zira mücadelenin kendisi aktivitedir. Mücadele verdiğiniz konuya yapıştığınız sürece “birlik” sizden uzak kalacaktır. Bu yüzden de hem aktivite ve durağanlık, hem de kabul ve red olayında tümden çuvallarsınız.
Birşeylerin gerçekliğini inkar edip red etmek, o şeyin gerçekliğine duyulan özlemdir.
Herşeyin boşa olduğunun koyu savunucusu olmak da o şeyin gerçekliğine duyulan özlemdir.
Bu konularda ne kadar çok konuşur ve düşünürseniz, gerçekten o kadar uzaklaşırsınız.
Artık gerçeklerin peşinde koşmayın; sadece fikir yürütmekten vazgeçin.
Bir keresinde bir arkadaş toplantısında, bir anda masadaki herkes bir tartışmanın içine girdi. Herkesin söyleceği bir şey vardı. Herkesin kendi söylediği doğruydu. Öyleki karşı tarafın konuşmasına izin vermeden sözünü kesmeler; sesini yükselterek baskın çıkmalar; bir takım mimiklerle “hadi canım sen de”, “atıyorsun”, “yalan” imalarında bulunmalar; neredeyse karşısındakine uçan tekmeyle karşılık verecek duruma gelmeler.. sonra bir an geldi hepsi durdu ve bana baktı. İçlerinden biri “abi senin hiçbir fikrin yokmu? Nası bi adamsın sen? Sence hangimiz haklıyız?” diye sordu.
“İçinizden birinin haklı olması neyi değiştirecek? Buyur en haklı sen ol. Yada sen ol. Yok yok sen ol. Birinizin haklı olması diğerlerinin kendi gerçekliklerini değiştirecek mi? Hayır. O yüzden ben haklı olmak yerine mutlu olmayı seçiyorum. Buyur en haklı sen ol. Sen haklı hissettiğin için mutlu ol, ben mutlu hissetiğim için haklı olayım.” 
Zihni yok ederseniz madde de yok olur, zira her düşünce eşittir enerji ve varolan herşey enerjinin maddeleşmiş halidir. Nesne dediğimiz bu varolan şeyler özne dediğimiz zihnin ürünüdür.  Zihin de, yani özne de, nesneler yüzünden sürekli çalışır. Bu ikisinin bizi götüreceği tek gerçek: “hiçliğin birliği”dir.
İyi ve kötü ayrımı yapmayı bıraktığınızda, fikir üretmekten ve önyargılardan kurtulursunuz. 
Aydınlanmaya odaklanmak bile bu fikrin size yapışmasına neden olur ve yoldan çıkmışsınız demektir.
Herşeyin doğasına uyumlandığınızda akışta olursunuz. O zaman yolda rahat  yürürsünüz, kimse yada hiçbir şey sizi rahatsız edemez.
Herkesin kendi gerçekleri vardır, dolayısıyla tüm evren “gerçek” çöplüğüyle doludur, çünkü herkesin gerçeği deneyimlerinden edindiği şeylerdir ama aslında tek bir gerçek vardır. Ayrımcılık cehaletin kendisine yapışan nesnesel ihtiyaçlarından doğar. Ayrımcılık yapan bir zihinle zekaya ulaşamazsınız. Gerçekte iyi kötü, güzel çirkin yoktur. Bunları zihin yaratır. Yaratmakla kalmaz maddeleştirir. Beğenmek yada beğenmemek olgularının gerçekte yeri yoktur. Tüm dualite cehaletten kaynaklanır. Aslında herşey yarattığımız illuzyonlardan ve rüyadan ibarettir.
Gözler hiç kapanmasa rüya görmeyiz. Zihin ayrımcılık yapmasa yüzbinlerce şey aynı olur, tek bir öze ait olur. Herşey bir ve aynı olunca zaman kavramı da ortadan kalkar.
Size yapışan şeylerden kurtulun. Sahip olduğunuzu sandığınız nesneler yavaş yavaş sizi ele geçirip onlar size sahip olmaya başlar. Duygu ve düşünceler, bilgi, deneyim, imgeleme bunların hepsi değersizdir. Deneyimler olaylara yorum katmanıza neden olur. İyi, kötü gibi dualiteye dayalı fikirler bu şekilde oluşur. Hisleriniz en saf ve doğal haliyle kaynağından gelse bile, zihin tüm deneyimlerini, travmalarını ve öğretilmiş bilgileri harmanlayıp illaki yorum katacaktır. Zihin ayrımcılık yapan en tehlikeli düşmanınızdır.
Hayatımızı koşuşturmaca içinde yaşıyoruz. Sürekli bizi meşgul etme üzerine kurulu bir sistem yaratılmış. Bu sistemin en önemli ve göz ardı edilen silahı ise zaman. Hepimiz zaman kazanmak yada zaman öldürmek için yaşıyoruz. Uyanacağımız zaman, işe yada okula gideceğimiz zaman, öğle arası, iş çıkışı, köprü trafiği, haberler, diziler, özel günler, randevular herşey zaman tarafından yönetiliyor. Zihinlerimiz bu şekilde çalışırken hücrelerimiz de aynı şekilde çalışmaya başlıyor. Onlar da zaman kazanmaya çalışıyor. Uygun yaşam alanı bulduğunda virüs gibi çoğalmaya başlarlar, tıpkı bizler gibi. Öldüğümüzde bilgi aktarımını çoktan yapmış oluruz.  Yaşam alanı hayatta kalmayı gerektirecek kadar zorlu ise, çoğalacak, bilgi aktarımını yapacak ve ardından ölecek lüksü yoksa, o zaman hücreler ölümsüzlüğü seçerler.  Zaman ve tüm ölçü birimleri evrenin sonsuzluğunu unutturmak için uydurulmuş kodlamalardır. Zihin birşeyi yarattığında, yani enerji maddeye dönüştüğünde maddeye varlığını zaman verir. Dolayısıyla bizi de var eden zamandır, zira bizler de birer illuzyonuz. Zaman yoksa biz de yokuz. Olmadığımızın farkına vardığımızda hiçliğe ve birliğeulaşırız.