5 Mayıs 2015 Salı

Negatif Düşünce Gücü!

Olumlu düşüneceğim diye bir taraflarımı yırtarken, bilmem kaç gün orama burama vurarak telkinlerde bulunarak hayallerimin gerçekleşmesini beklerken, ya da zaten olmuş bitmiş gibi düşünüp yine de olmadığını görerek hüsrana uğrarken, olumsuz düşündüğüm zaman her şeyin şıp diye gerçekleşmesi adil midir?
Günün birinde mutlu bir ilişki kurmanın hayaliyle dalmadığınız öğreti kalmazken, kendinize sürekli aynı insanları çekmeniz; iyileşmek üzere şükür dualarına yatıp, uygulamadığınız öğreti, gitmediğiniz şifacı kalmazken sürekli hastalıktan kırılmanız; başarılı olma telkinleri içinde yüzerken kaybedenler kulübünün önde gideni olmanız… Olumlu düşüncenin altında bastırdığınız olumsuz düşüncelerin titreşimleri hep galip geliyor değil mi? O zaman olumsuz düşüncenin gücü, olumlu düşünce gücünden daha mı güçlü diyeceğiz?
Hedeflerimize ulaştıktan sonra bizi nasıl bir hayatın beklediğiyle ilgili en büyük sorun, yolumuz üzerinde yer alan, bilinçaltımızda yatan engel ve nedenleri hasır altı edişimiz ya da gözden kaçırmamızdır.
Zihinsel karşıtlık teorisi amaçlarınıza ulaşırken şu anda ne durumda olduğunuzu, kat edeceğiniz yolu ve yolunuz üstündeki tüm engelleri de hesaba katmanıza yöneliktir.
Amaçlarımızı çoktan oldu şeklinde kabul etmek bazen geri tepebilir.
Evet, bunu şifa yazılarımda “vas-sa” videosundaki gibi zaten olmuş, çoktan gerçekleşmiş şeklinde yapmamız gerektiğini yazmıştım, ancak o kalpten yapılan ve çok güçlü bir titreşim seviyesinde gerçekleşen bir şey. Buradaki durum biraz farklı.
Başarıya giden yolda tespit edilen engeller, sizi gereksiz yere oyalayacak olanları ayıklayıp vedalaşmanızı sağlar. Yol verin gitsin! Tabii ki bu, sizi gerçekten başarıya taşıyacak olanlara daha fazla odaklanmanıza yardımcı olur.
Başarıya giden yolda size engel olacağını düşündüğünüz 3 şeyi sıralayın. Bunun yanı sıra başarıya ulaşmanın size getireceği 3 şeyi de sıralayın. Bu, enerji ve motivasyonunuzu heba etmeden, doğru ve verimli şekilde kullanmanızı sağlayacak, zaman kaybını da önleyecektir. Belki de hiç başlamamanız ya da henüz zamanı olmadığı konusunda size yol gösterecektir. Zira kendinizi ne kadar güvende hissederseniz o kadar yüksek moralle ve motivasyonla işe koyulursunuz.
Kadim öğretilere baktığınızda olumlu düşünerek her zaman sonuca ulaşırsınız. Ancak unutulan bir şey vardır ki, Yin-Yang her zaman olumlunun yanında, hatta altında olumsuzu da barındırır. Sunum yapmadan önce sunumun ne kadar başarılı geçtiği ve izleyenleri ne kadar çok etkileyip alkış manyağı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak bunun geri tepmesi halinde yaşayacağınız travma daha büyük olacaktır. Çoğu zaman da geri teper çünkü hesaba katmadığınız şey altta yatan dualitenin (ikilik) bastırılmış diğer elemanıdır.
Stratejik iyimserlerle savunmacı kötümserleri karşılaştıracak olursak: İyimserseniz sonuca odaklı olursunuz ve bunu gerçekleştirmek için çaba gösterirsiniz; kötümserseniz geçmişte bu konuda başarılı olmuş olsanız dahi hesaba katmanız gereken şeyler olduğunun farkındasınızdır. Bu yüzden de yol üzerindeki tüm engelleri hesaplarsınız, neyin yanlış gidebileceğini düşünür, önlemleri alırsınız.
İyimserler kötümserlere göre elbette daha iyi performans gösterirler, zira özgüvenleri daha fazladır ve yüksek beklenti içindedirler. Kötümserlerse daha temkinli ve tedirgindir; analitik, sözel ve yaratıcı konularda beklentileriyse daha düşük seviyededir. Bu halleriyle bile kötü bir performans sergilemezler.
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, olumsuz düşünceler kaygıların harekete dönüşmesine yardımcı olmaktadır. En kötü senaryoyu hesaba katmak, daha fazla çaba göstermek ve daha fazla motivasyon sergilemekle sonuçlanabiliyor.
İyimserler ya da kötümserler, biri diğerinden daha iyidir diyemeyiz. İkisi de Yin-Yang’ın ayrılmaz parçalarıdır. Bir şirkette her ikisine de ihtiyaç vardır. Denge bunun üzerine kuruludur. Yönetici sadece iyimser ya da sadece kötümserlerden oluşan bir takım kurarsa vay onun haline! Mesela iyimserleri cesaretlendirip gaza getirmek işe yararken kötümserlerde bu geri tepebiliyor. Kime nasıl yaklaşacağınızı da bilmeniz gerekiyor.
Yine yapılan araştırmalar “Yapacağım!” diyenlerin “Yapacak mıyım?” diyenlere göre daha fazla çuvalladıklarını göstermiştir.
Bardağın ne boş tarafını, ne de dolu tarafını, her iki tarafını birden görmek durumundayız.
Beynimiz “gerçek” ve “hayal” arasındaki farkı ayırt edemez.
Bir gün zengin olacağının, başarılı olacağının ya da mükemmel eşi bulacağının hayali ile olumlu düşünen insanlar, hep o “bir gün” ile, ucu açık bir hayalin beklentisiyle yaşayabilirler. Bunu gerçekten gerçekleşmiş kılmanınsa kesin bir yolu yoktur, zira insan faktörü göz ardı edilemez. Size “Zaten olmuş gibi düşünün”, “21 gün oranıza buranıza vurarak telkinlerde bulunun”, ya da “Şükür duasına çıkın” desem, bunların hiçbiri tek başına size kesin sonuç getirmeyecektir. Zira zihniniz, deneyimleriniz, dualite, titreşimleriniz, rezonans kanunu gibi etkenler kişiden kişiye farklı sonuçlar getirecektir.
Bu yüzden isteklerinizde “nötr” olmayı öğrenmeniz, kendi gerçekliğinizle (ya da yanılsamalarınızla) hakikatler arasındaki dengeyi kurmanız, zihin-beden-ruh bütünlüğünü sağlamanız sizin hayrınızadır. Bu dengeyi haritanın doğusunda meditasyon ile sağlıyorlar.
Bir şeye karşı nötr olursanız, yani ona olan arzularınızdan kaynaklanan kaybetme korkusuna sahip olmazsanız, yani ona sahip “olmak” ya da “olmamak” halinin sizi farklı biri yapmadığını bilirseniz, o zaman o şeyi “seçme” kudretine sahip olursunuz. Çünkü içindeki pozitif (istek, arzu, dilek) ve negatif (kaybetme korkusu, kaygı) güçlerin karmaşası arasında kontrolünüzü kaybetmemiş olursunuz. Güç tamamen size geçmiş olur.

Hayatınıza "Es" Verin!

Güzel bir müzik dinlediğinizde müziğin ahengine kaptırıp herşeyden soyutlarsınız kendinizi, yada güzel bir yazı okuduğunuzda kendinizi o yazının derinliklerinde bulursunuz. Müziğin yada yazının içindesinizdir o an. Hayat durmuştur, sadece o an, şimdi vardır.
Peki dinlediğiniz güzel müziği müzik yapan şeyin notlar, yazıyı yazı yapan şeyin de kelimeler olduğunda hemfikiriz sanırım. Şimdi diyeceğim şey önemli: notaları da, yazıları da güzel yapan asıl şey nedir biliyor musunuz? Aralardaki “ES”lerdir. Bu esler olmasa herşey birbirine karışır, müzik de yazı da anlamını yitirir, kaos doğar.
Tıpkı hayatlarımızdaki gibi.
Vurdukça vuran, çarptıkça çarpan, insanları ve insanların birbirlerini meşgul etmesi üzerine kurulu bir sistemin içinde debelenip duruyorsunuz.Hayatına “Es” verebilen kaç kişi var aranızda? Hayata “Es” vermenin ne olduğunu idrak edebilen?  Es vermek yaptığınız işe sigara, çay yada tuvalet molası vermek değildir. Es vermek, herşeyi o an için bir yana bırakıp şimdiye dönebilmek ve AN’ı yaşayabilmektir.
Aynanın karşısına geçip samimi bir şekilde aynadaki sen’e bir sorun: ben kimim?
Verdiğiniz cevap, hangi şirkette hangi hede höde pozisyonunda önemli bir kişi olduğunuzsa, gözlerinizi kapayıp, suratınızı ellerinizin arasına alıp çamur gibi yoğurmaya başlayın. İyice allak bullak olduktan sonra gözlerinizi açın ve aynaya bakıp bir daha sorun: ben kimim? Kim olduğunuza isim soyadla, kimin çocuğu yada ebeveyi olduğunuzla, nerde yaşadığınızla, erkek yada kadın oluşunuzla, mesleğinizle, yada mezun olduğunuz okul ve ünvanla cevap vermekte ısrar ediyorsanız gözlerinizi kapayıp tekrar tekrar bu soruya devam edin.
Soruların cevapları hep “kişiliğiniz” ile alakalı çıkacaktır.
Tekrar aynanın karşısına geçtiğinizi düşünün. Bir görünmezlik hapı yutun ve tamamen görünmez olun. Artık aynada sadece arkanızdaki duvarın yansıması var. Şimdi bir de ses tellerinizin olmadığını düşünün. Ne görünüyorsunuz, ne de sesiniz çıkıyor. Peki, kişiliğinizi belirleyen şeylere ne oldu? Sizi siz yapan özelliklere? Siz hâlâ aynı siz misiniz? Hâlâ aynı utangaç, patavatsız, kendini beğenmiş, mütevazı, zayıf, şişman, güzel, çirkin, akıllı, tembel siz misiniz? Size ne oldu?
Siz aynı sizsiniz… Kişiliğiniz sadece zihninizin inşa ettiği bir illüzyondur. Siz ( ve aileniz, çevre, toplum, deneyimler) kim olduğunuzu belirlemek için onu beraber yarattınız. Kim olduğunuz, hakkınızda yaratılan önemsiz inanç ve yargılardan ibarettir.
Siz kişiliğiniz değilsiniz. O zaman olduğunuzu düşündüğünüz “siz” nesiniz? Gerçekten var mısınız? Siz gerçek misiniz? Soru sormaya devam edin!
Zira hepimiz başkalarının hayatlarını yaşıyor, başkalarının cübbeleri içinde debeleniyor, kartvizitteki sen-ben olduğumuza inanıyoruz. Kimisi ailesi için yaşıyor, kendini başkaları için feda etmekle meşgul. Kimisi de soruların cevaplarını birbirini ardına katıldığı kişisel gelişim kurslarında, özel seanslarda, danışmanlıklarda ve terapilerde arıyor. Çoğumuzun da istediği hayatı yaşayamadığı için suçlayacağı yada bahane edeceği pek çok insan ve neden var.
İnsanları sürekli meşgul etme üzerine kurulu sistem çok iyi işliyor. Mutsuz ama hırslı insanlar ekonomiyi sürekli canlı tutuyor. Mutsuz olan insan, mutlu olmak için alışveriş yapıyor, herkes kazanıyor. Hasta oluyor, ilaç şirketleri ve psikologlar bayram ediyor. Deşarj olmak istiyor, spor merkezleri kazanıyor.  Dinlenmek istiyor, tur şirketleri kazanıyor. Günü kurtarmak istiyor, gece aktığı âlemler kazanıyor. Kimisi sarılacak bir şeye ihtiyaç duyuyor, dine sarılıyor, takımına fanatik taraftar oluyor, asarım keserim milliyetçi oluyor, partizan oluyor.
Lakin bunların hiçbiri “Es” vermek değil dikkatinizi çekerim.
Tüm bu saydıklarımızı ya da sayamadıklarımızı yönetmenin de en iyi yolunu bulmuş sistem: “medya.” Onlar sürekli karamsar ve umutsuz haberleriyle, dizileriyle insanları mutsuz etmeyi ve korku toplumu yaratmayı çok iyi beceriyorlar. Ahlak değerlerini onlar yönetiyor, onlar çökertiyor. Modayı onlar belirliyor. Toplumun içine düştüğü her şeyden onlar sorumlu olduğu halde, bu durumdan bile faydalanıp “reyting” yapmayı yine onlar biliyorlar. Oyunun gidişatını onlar tayin ediyor, oyuna itaat etmeyenleri yine onlar oyundan atıyorlar.
İnsan onla bunla, sistemle, hatta kendisiyle uğraşmaktan en başta sorduğum soruyu bir türlü soramıyor kendine. Ben gerçekten var mıyım? Kimim ben?
Peki “Es” vermeye geri dönelim. Durmak bilmeyen bir karmaşanın içindesiniz. Notalar birbirine karıştı. Güzel Chill-Out müzik yerine Trash Death Metal karışımı bir müzikle yol alıyorsunuz. Kafanız şişmiş, ruhunuz kararmış. Kelimeler birbirine girmiş. Sözlerini takip edemediğiniz tekerleme rap dinliyorsunuz sanki. Yada noktası virgülü olmayan niteliksiz bir yazıya dönmüş hayatınız.
Nasıl “Es” vereceğiz? Bir yerden esmesini mi bekleyeceğiz? Hayır!
O çok çalışan, durmak bilmeyen zihninize bir dur diyeceksiniz. Kafadaki binbir tilkiye de yol vereceksiniz. Bu düşünceler o kadar güçlü ki, sizi rezil de eder vezir de. Düşünceleriniz yüzünden kendi kendinizi hasta edebilir, korkular, endişeler, kaygılar yaratabilir, paranoyak bir yaşam sürebilirsiniz.
Düşüncelere dur deyip hemen şimdi şu anda varolmanın yolu ise “Es” vermektir. Es vermek doğru nefes almayı bilmekle olur. Nefes ki bizim en önemli enstrümanımızdır. Ne sıklıkta nefes aldığınız, dakikada aldığınız nefes sayısı, nefesin kalitesi, süresi, miktarı, nefesle alakalı herşey sizin yaşam kalitenizi etkiler. Sinirliyken, korku içindeyken yada endişe içindeyken aldığınız nefes ile mutlu iken, sakinken ve huzurluyken aldığınız nefes arasında dağlar kadar fark vardır. Herşeye bir “Es” verip şimdiye dönmenin tek yolu ise nefesinizi kontrol altına almaktır. Nefesi kontrol altına alırsanız, zihninizi de kontrol altına alırsınız. Sinirli, öfkeli moddan bir anda kendinizi mutlu ve huzurlu moda sokabilirsiniz. Bu sizi hemen şimdi o anda bambaşka biri yapma gücüne sahiptir. Bulunduğunuz ortamın titreşimlerini bile değiştirebilirsiniz. Katıldığınız bir toplantının gidişatını belirleyen siz olursunuz, ilişkilerinizi daha sağlıklı hale getirebilirsiniz, spordan sanata herşeyde durumu lehinize çevirebilirsiniz. Doğru nefes tekniği sizi hayatta kalma mücadelesi (survival mod) modunda salgıladığınız Beta beyin dalgalarından kurtararak Alfa beyin dalgalarına taşır. Bu da farkındalığın kat ve kat arttığı, pek çok üstün yeneklerinizi kullanma imkanı bulduğunuz bir mertebedir. Sistem medya ve diğer her türlü araç gereçle bunu bastırıp sizin Betada kalmanız için savaşır.
Yapacağınız şey çok basit. Ne yapıyorsanız yapın, ister çok önemli bir toplanıtının tam ortasında olun, ister TV seyredin, hemen bir durup şu anda nasıl nefes alıyorum diye sorun kendinize.
Nefeste ustalaşan kişi artık kolaylıkla meditasyon yapabilir hale gelir. Meditasyon farkındalığın tavan yaptığı, tüm illuzyonlardan kurtulup AN’a dönebildiğiniz tek yerdir. Sanılan şu ki meditasyon esnasında insanlar astral seyahatler yapıp bambaşka alemlere gidiyorlar. Evet bunu imgeleme yoluyla yapmak mümkün ama meditasyon bu değildir. Zaten beynimizin yarattığı sanal dünyada illuzyonlar içinde yüzerken, neden gözlerimizi kapatıp yine kendi yarattığımız bambaşka illuzyonlara dalalım ki?
Bizler bu bedende varolmayı seçerken iyisiyle kötüsüyle tüm deneyimleri yaşamak üzere seçimimizi yaptık. O yüzden bu hayatı da dibine kadar yaşamak için bedenlendik. Ne başka bir hayatta ödüllendirilmenin beklentisi ile, ne de orda cezalanma korkusuyla yaşamaya gelmedik.
Şu anda ne yapıyor olursanız olun bir durup “Es” verin hayata. Kim olduğunuzu sorun. Yaşayabileceğiniz tek zaman şimdidir. Es verip onu yaşayın...

Kurtuluş!

İşi ticarethane haline getirmiş olan hastanelere gittiğinizde safra keseniz yada bademciğiniz için “o zaten genetik bir bozukluk, olmasa da olur, alalım hemen” diyerek hasılatı artırmak için sizi ameliyat masasına yatırırlar.
İnsan denen oluşumda, varoluşuna ters düşen ve doğal olmayan tek şey ise EGO’dur, ve bir Allah’ın kulu da sizin egonuzu alalım diyerek iyilik yapmaz.
Çocukken “ben”, “sen”, “o”, “biz”, “siz”, “onlar” yoktur! Çocuk çişi geldiğinde “Selim’in çişi geldi” der. Yada kısaca “çiş geldi” der de “çişim geldi” demez. Acıktığında “Atahan acıktı” der mesela. Onlara sen’i, ben’i, o’nu bizler öğretiriz. İlk “ötekileştirme” bizim sayemizde başlar. BEN olmayı öğrenmesi, yani ilk kişiliğini Ben’de sanmasını ve onunla varolduğuna inanması bizim yüzümüzdendir. Aferim, çocuğunuza ilk egosunu kazandırdınız.
Çocukların herşeye üçüncü tekil şahıs şeklinde yaklaşmasına etiketleme denir. Yere düştüğünde çocuk “Alican düştü” der kendi için. Yada “uyku geldi” der. Bunlar hep etiketlemedir.
Etiketleme yöntemi:
Korktuğumuz zaman biz büyükler içimizden de dışımızdan da “korkuyorum” deriz. Halbuki çocuk mantığında etiketlemeye kalksanız bunu “korku geldi” şeklinde yorumlarsınız. Kanserinizden, şekerinizden, tansiyonunuzdan, baş ağrınızdan, migreninizden bahsedersiniz. Hatta yaşlılar kendi aralarında tansiyon ve şekerlerini yarıştırırlar. Hastalığınızı, korkularınızı, yada herhangi bir duygunuzu sahiplendiğiniz için o size yapışıp kalır.  Ondan kurtulmak için gösterdiğiniz her çaba nafiledir, çünkü kurduğunuz tüm olumlama cümlelerinde size ait birşeyden bahsedersiniz. Evren size ait olduğunu düşündüğünüz şeyi sizden almaya kıyamaz. Bir şeye hem “benim bu” diyeceksin, hem de kurtulmak istediğini söyleyeceksin. Yemezler! Kurtulayım derken titreşimleriniz onu daha da size yapıştırır.
Meditasyon esnasında farkındalığın artması ile gelen duygu ve düşünceleri gözlemci olarak izlersiniz. Gelen düşünce korku ile alakalı ise aynı çocuk mantığı “şu anda korku geldi” dersiniz. Sizden bağımsız olan bu varlık artık tek başınadır ve onu göndermek daha kolaydır.  Korku düşüncesini gönderdiğinizde yada sil tuşuna bastığınızda size yapışan birşeyden kurtulmuş olursunuz. Etiketleme yerine “korkuyorum”, “hastayım, “üzgünüm” derseniz, size ait olan bir şeyden bahsediyorsunuz demektir. Ondan kurtulmanız aslında gerçekten istediğiniz birşey olmayabilir.  Zira onu yaratan da sizsiniz...
İçe dönüş:
İçe dönüş sadece nefes teknikleri ve meditasyonla sağlanabilir. Beta seviyesindeki birinin içe dönmesi olanaksızdır. Medite hale geldiğinizde ve farkındalığınız arttığında gelen duyguya bakın. Gelen tüm duygu ve düşünceleri etiketlenmiş haliyle gözlemlersiniz. Onları yaratan nedenler, insanlar yada deneyimler önemsizdir. Onları tanımlamak için kelimeler kullanmaya, cümleler kurmaya çalışmayın. Sadece soruyu sıcak tutun. Gelen düşünce ne? Onlar sadece ve sadece duygudur. Onu yaratan şeylere, Ali’lere, Veli’lere dalarsanız vay halinize. Odaklanacağınız şey duygunun kendisidir, onu yaratan şey değil.
Şimdi yapmanız gereken bu tek başına kalan etiketlenmiş duygunun etrafında dolaşan akbabaları gözlemlemek. Bunlar düşüncelerdir. Duygunun etrafında fır dönerler. Onları bir bir ayıklamak zevkli olabilir. Yada alayına birden kışt diyebilirsiniz.
Anlamadığımız şeyin kölesi oluruz. Gelen duyguyu olduğu gibi kabul edin. Zihninizin duruma uygun yorumlar katmasına izin vermeyin, aksi halde duygunun etrafında dolaşan daha fazla akbabayı kendiniz yaratmış olursunuz.
Tüm bu mücadelenin sonunda ulaşacağınız şey “berraklık”tır. Bu berraklık gelen duygu hakkında elde edeceğiniz sonuçtur. Bunu “sakinlik” takip eder. Bunalmamış bir şekilde, duyguyla beraber, “bir” olmaktır bu mertebe. Duygunun doğasını kavrayıp sizde yarattığı etkiyi anlamanız ise kendini bilmektir. Duyguyu kendinizden ayırt etmek ve kurtulmak ise “kurtuluş”tur.
Her hangi bir duygudan kurtuluşa doğru yol almanızı sağlayacak 4 adım vardır:
1 - Tanımla
Gelen duygunun ne olduğunu kavra
2 - Olduğu gibi kabul et
Duyguyu, onu yaratan nedenlerden bağımsız olarak tek başına ve yorum katmadan olduğu gibi kabul et
3 - Sevgiye dönüştür
Duygunun kaynağı yada kendisi ne olursa olsun onu sevgiye dönüştür. Zira sadece 2 tip duygu vardır. Biri sevgi, diğeri ise korku. Diğer tüm negatif duygular korkunun türevleridir.
4 - Bırak gitsin
Şimdi tek başına kalmış, etiketlenmiş ve sevgiye dönüşmüş olan bu duyguyu sonsuzluğa göndermenin vakti geldi. Onu azat edin. Kurtuluş gününüz kutlu olsun.